Üye Kayıt
Üye Giriş
Şifremi Unuttum
Şifre kısmını unuttum yazarak giriş butonuna tıkladığınızda adresinize şifreniz gelecektir.
ÜYE OL
GİRİŞ
MENÜ
Güncel Tartışma Sanat Sanatkarlar Eğitim Yayınlar ve Koleksiyonlar Sanat Malzemeleri
 

HAYATIN HASSAS DENGELERİ ÜZERİNE

Siteye ekleyen : Klasik Türk Sanatlar Vakfı / Personel


  

Barış, savaş, kadın, sanat… Bu kavramlar farklı boyutları olan, Çok geniş kapsamlı ve derin açılımlı kavramlar. Savaşlar içindeki dünyada, barış ortamına sahip bir ülkede yaşayan bir kadın sanatçı olarak bu olguları farklı ve biraz duygusal bir perspektiften değerlendirmek istedim. 

Hayatın neşesi olarak gördüğüm ve onlarsız bir dünyanın Çok sıkıcı olduğunu düşündüğüm kadınların; kimliği, hakları, toplumsal konumu, uzun süredir genelde kadın-erkek eşitliği bağlamında tartışılmaktadır. Yaratılmış bir varlık olarak içinde bulunduğu toplumda insan ilişkilerini sürdüren bir birey olarak, yasal haklar ve sorumluluklar açısından kadın ve erkek eşit hak ve sorumluluklara sahip olmalıdır. Birbirinden farklı yaratılmış ve farklı özelliklerle donatılmış bu iki cins bir bütün oluşturabilir ama birbirini tamamlayan iki cinsin birisi olarak kadın, erkekle eşit değildir.
Simgesel bir anlatımla genelleyecek olursak, erkeğin maddeyi, kadının manayı temsil ettiğini düşünebiliriz. Erkeğin fiziki gücü, zihni melekeleri daha etkin iken, kadında sezgi ve duygu baskındır. Cinslere verilen kendine özgü hassalar, onlar birleştiğinde anlamlı bir bütün olmalarını sağlar. Dolayısıyla sevgi ve şefkate daha meyyal kadının, estetik açıdan da daha duyarlı, daha duygusal ve daha verimli olmasını bekleyebiliriz. Ancak tarih boyunca öne Çıkan, beğeni toplayan, Çağları biçimlendiren sanatsal üretime baktığımızda, kadının adını göremeyiz. Eser üretenler arasında yoksa da ilk Çağdan bugüne kadın; ana tanrıça kültünden, Rönesans’ın Madonnalar’ına ve modern resmin nü’lerine kadar sanatın üreticisi değil de objesi veya ilham kaynağı olmuştur.

Kadınların sadece ilham kaynağı olmak yerine, kendilerine verili olan doğal yetenekleri ve duygusal donanımı kullanarak sanatsal üretimin felsefesini geliştirmede ve eser vermede daha etkin bir konumda olması gerekirken, –istisnaları hariç tutarsak- evrensel boyutta estetik değer üretmede ve güçlü kreatif tasarımlarda yer almadığı görülmektedir. Bunun sebebini nerede aramalıyız? Toplumların kadına bakışında mı, kadını konumlandırmasında mı, eğitim tarzında mı, kültürel faktörlerde mi, yoksa değer sitemlerinde mi? Sorun bu unsurların hepsini bir parça içermektedir. Sadece iki eşit parçanın birbirini tamamlaması şeklindeki yavan bir yaklaşım ile kadın ve erkeği eşit görüp onların özgünlüklerini anlayamamak, dolayısıyla farklı yönlerini, yeteneklerini ortaya koymalarına fırsat vermemek ilk sebep olabilir. Kadın olsun erkek olsun insanın eğitiminde bir değer sistemiyle donatılması en öncelikli kaygı olmalıdır. Çünkü yaşamın amacını belirleyen ve onu yönlendiren değerler ve inançlardır. Eğitim sistemlerinde ise, ahlaki boyutun eksik kalması veya değerlerin yeterince anlatılamaması, daha önemlisi bunları benimsemeyen bireylerin yetiştirilmesi günümüz toplumlarının en önemli sorunudur. 

Toplumun yapı taşı olan bireyi yoğurup şekillendiren kadın, geleceği kuracak olan insanı eğitebilmesi, soylu ve vasıflı nesiller yetiştirebilmesi için Çok özel eğitilmelidir. Hem kendinin hem de toplumun benimsediği değer sistemini iyi tanımalı, yaratılışında ona verilmiş olan üstünlüklerin farkına varmalıdır. Bana göre kadının en büyük eseri onun yetiştirdiği Çocuktur. Kadının öncelikle insan ve birey olma konumu yanında, en önemli ve en zor toplumsal rolü anneliktir. İyi anne olmak demek biraz; iyi sanatçı, iyi doktor, iyi öğretmen, iyi politikacı, iyi düşünür, kısaca her şeyden mutlaka haberdar olmak demektir. Kadınlar bu önemli rollerinin yanında, farklı konularda olduğu gibi sanatsal alanda da önemli başarılar elde edebilecek güce ve yeteneğe sahiptir.

Dünya üzerinde, ilk insanla birlikte kardeşkanı dökülerek başlayan savaş ve düşmanlık olgusu insanlık tarihine paralel olarak hiç değişmeden süregitmektedir. Her vesileyle, herkesin dilinden barış temennileri duyarız, ama maalesef barış kayıp bir hazine gibidir ve yeryüzüne daha Çok savaşlar hâkim olur. Savaşı kimse istemez, ama ülkelerin bütçelerinde en Çok pay savunma adına silah ve savaş sektörüne ayrılır. Tarih bile savaşlarla biçimlenir.

Dünyamız savaşıyor, vazgeçmeye de niyetli görünmüyor. Benim ülkemin sınırlarında yaşanan içler acısı savaşta her gün onlarca yüzlerce insan ölüyor. Eskiden savaş meydanlarında orduların kapıştığı savaşlar şimdi daha vahşi. Şehirlerin içindeki savaşlar, kadınların, Çocukların katledildiği, insanlığın, onurun, kimliğin sıfırlandığı bir boyut kazanıyor. Gözlerimizin önünde Çocuklar öldürülüyor, insanlar kurşunlarla delik deşik ediliyor. Bu ve bunun gibi dünya üzerinde devam eden acı ve dehşet verici savaşları bir insan olarak canlı canlı, bir film seyreder gibi seyrediyoruz. En acısı ise, bir süre sonra duyarlılığımızı da kaybediyoruz ve insanlık adına Çok utanç verici bu durum hayatın bir rutini haline geliyor. 

Savaş kararını yöneticiler verir, bu yöneticiler -genellikle- erkeklerdir, savaşta orduları kumanda edenler, savaş alanında ölen askerler de erkeklerdir. Ama bu erkekleri kadınlar doğurur. Bir kadın için ise, dünyada en acı şey evladını kaybetmektir. Mutlaka her kültür içince muhtelif anlatımlarla ifade edilen bu acı gerçek, bizim kültürümüzde “ ciğeri yanmak” deyimiyle dile getirilir. Günümüzün evlerin içine giren savaşlarında kadınların da en az erkekler kadar, hatta farklı biçimlerde onlardan daha Çok zarar gördüğünü söylemek mümkündür. Herkesin her fırsatta barış dilediği, ama savaşlarla yaşadığımız dünyada sevgi nerede?

Yaşadığımız dünya hepimizin eseri. Bu dünyanın biçimlenmesinde herkesin büyük küçük payı var, ama önderlerin, bilim adamlarının, sanatçıların ve farklı konumlarda güç sahibi olan kişilerin daha Çok payı var. Bu aynı zamanda Çok büyük bir sorumluluk ve görev demektir. Sevgiyi yeşertmek ve barışçı bir dünya sanatın, sanatçının ve kadının rolünü önemsiyorum. 

İnsanın kendini ifade etme biçimi olan sanat bana göre; eşyanın hakîkatini aramak ve ipuçları yakaladığında bunları beş duyu organı ile algılanabilir şekle sokmaktır. İnsanoğlu estetik üretimde güzelliğin peşinde ve güzeli arama duygusu içinde olmuş ve bu arayışı sanat eserleriyle ortaya koymuştur. Çağlara, toplumlara, kültürlere, hatta insanlara göre değişen güzellik kavramı ve estetik ölçüler sebebiyle pek Çok farklı sanat anlayışı ortaya Çıkmıştır. Sanatta etkileşim kaçınılmazdır, Çünkü estetik mükemmelliğe ulaşmak evrensel beğenileri olgunlaştırmak kolay değildir, buna kişilerin değil, milletlerin bile ömrü yetmez. Dolayısıyla sanat, her toplumun katkısıyla gelişir. Sanatçıların sanatlarına yön veren ise, temelde inanç ve düşünce sistemleridir. 

Özel yetenekler verilmiş olan sanatçıların, içinde yaşadıkları dünyaya ve topluma karşı Sdiğer insanlardan daha Çok sorumlulukları olduğunu düşünüyorum. Sanatçının görevi, yaşadığı toplumun kültür ve medeniyet seviyesini yükseltmek, bu konuda ilklere imza atıp, örnek ve önder olmaktır. Bu bağlamda sanatın ve doğal olarak sanatçının amacını tartışabiliriz. Sanat eseri, seyredilen bir obje değil, hayatın içinde yaşanan bir olgu olmalıdır, bu sebeple öncelikle sanatsal üretimde işlevsellik ve faydacılık ön plandadır. Sanatçı eser verirken bu kaygıları taşımalı, toplumsal konulara, sorunlara duyarlı olmalı, yaşadığımız Çağa ve onun sanatına katkı sağlamalı, “ben kendim için sanat yaparım” deme lüksünü kendinde görmemelidir. 

Sanat aynı zamanda belgesel olmalı, yaşadığı Çağın hayat tarzını yansıtmalı, ama sadece yaşatmakla kalmamalı yönlendirmelidir, gerçek sanatçının bu gücü vardır. GerÇekçi bir yaklaşımla bugünü yansıtmak zor olabilir. Çünkü dünyaya ve onun gerçeklerine duyarlı olmak önemli ama yaşadığımız bu gerçekler Çoğu zaman Çok zor ve Çirkin olabiliyor. İyimser olmaya ihtiyacımız var, ama Çok Çalışarak. Bu zorlukları yenmek ve hayatı yaşanır kılmak adına sanatçıyı Mevlana’nın; “Güzellik birdir, yalnız şu var ki, sen aynaları artırırsan o da Çoğalır.” sözündeki aynalar gibi düşünebiliriz.
Sanatsal üretim ve beğenilerin zaman içinde veya toplumlara göre yön değiştirebildiğini de söyleyebiliriz. Örneğin, bir toplumda sözlü, edebi sanatlar öne Çıkarken, diğerinde yazma eserler daha Çok gelişiyor. Günümüzde ise, görsel sanatlar içinde özellikle sinema gelişiyor ve Çok etkili. Toplum üzerinde gelişen iletişim ve yayın organlarının etkisi Çok büyük. Sanatsal boyutu tartışmalı bu görsel âlem, toplumları biçimlendirmede ve yönlendirmede Çok önemli bir rol üstlenmektedir. 

Sanatçı olarak ben, bir yandan ortak paydası “İslam” olan muhteşem bir kültür ve sanat dünyasının, diğer yandan kökleri Orta Asya bozkırlarına uzanan uzun bir geçmişte ve geniş bir coğrafyada etkin olmuş Türk sanatın mirasçılarından biriyim. İslamiyet’in doğuşu ve hızla yayılışı tarihin en büyük olaylarından biridir. Tarihte hiçbir medeniyet bu kadar kısa sürede bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmamıştır. Bu genişleme ile birlikte İslam ülkelerinde alabildiğine Çeşitli ve farklı kültürler ve sanat anlayışları ortaya Çıkmıştır. 

Benim ülkem, insanoğlunun dünya üzerinde var olduğu ilk Çağlardan itibaren yerleşim görmüş, zengin kültürlerin, ihtişamlı medeniyetlerin kaynaştığı, bugün de jeopolitik önemini koruyan topraklar üzerindedir. Bu kültürel birikim, Osmanlı İmparatorluğu döneminde kendi kimliğini koruyarak sanata değer veren ve tutucu olmayan bir yaklaşımla değerlendirilmiştir. Bu dönemde 16. yüzyılda zirveye Çıkan yeni bir sentez oluşturulmuştur. İşlevselliğin ve belgesel niteliğin ön planda tutulduğu Türk sanatında amaç, bir duvarı süslemek veya sadece estetik bir öğe olmanın ötesinde, olguları, hayatı, inancı belgelemek olmuştur. Benim toplumumun büyük ölçüde İslam inancıyla şekillenen binlerce yıllık geniş ve zengin geleneksel kültüründe bu tarz bir sanat anlayışı hâkim olmuştur. 

Bu anlayış içinde eser veren sanatçıların sanatta soyutlamaya gittiğini görürüz. Sanatçı tabiatı taklit etmez, onun ötesinde var olan aşkın değerlere ulaşmayı, dünyayı bir hayal âlemi veya imajlar dünyası olarak görüp, maddeden sıyrılarak mânâ âlemine yükselmeyi hedefler. Herkesin gördüğünü değil, kendi ruh dünyasında şekillenen biçimlerle ve güzel kaygısıyla eser verir. Drama, faciaya ve vahşete yer vermeyen bu yaklaşımla üretilen eserlerde sanatçı için malzeme ikinci plandadır, maddiliğini kaybeder ve bir ruh kazanır. Burada gözden kaçmaması gereken en önemli unsur madde ve mananın dengesi iyi kurabilmektir. Aynı kadın ve erkek arasındaki denge gibi, aynı değişme ve süreklilik arasındaki denge gibi, aynı ruh ve beden arasındaki denge gibi. İnsanlar ve toplumlar sürekli değişse de, temelde var olan en önemli yapı taşları hep aynı kalır. Ölen değişir de ölüm değişmez, seven değişir sevgi değişmez, düşman değişir savaş değişmez, inanılan değişir inanç değişmez, eser değişir sanat değişmez. Bu olgular birbiriyle mutlak bir etkileşim içinde her toplumda vardır. Geçmişte yaşamak mümkün değildir, ama gelecek geçmişin üzerine kurulur. Dün bugünü doğurdu, bugün ise geleceği doğuracak. Bu bağlamda her toplum, kendine sunulan yeniyi ve köklerinde var olan eskiyi sorgulamak, tartışmak ve dengeleri iyi kurmak durumundadır. 

Günümüz dünyasında mânânın dengesinin madde lehine bozulması insanlık için olumsuz bir hayat tarzını da beraberinde getirmiştir. Ben insanın bedeni gibi ruhunun da üç boyutu olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda insanı insan yapan bu boyutlar ilim, ahlak, estetiktir. Maddeye verilen önem ve mânânın neredeyse tamamen unutulması ile bozulan dengede ilim, ahlak ve estetik ile beslenemeyen insan ruhunu örselemekte, bunaltmakta ve yanlış mecralara yönelmektedir. Doğal olarak bu dengesizlik sanatı da olumsuz etkilemektedir. 

Yaşadığımız Çağda, hem Türkiye’ye, hem de tüm dünyaya genelleyebileceğimiz bir biçimde sanatsal üretimin etkinliğinden söz etmek zordur. Tüm dünyada teknolojik gelişmelerin öne Çıktığı görülürken, estetik boyutun aynı oranda geliştiği söylenemez. Rönesans’taki gibi veya İslam aydınlanmasındaki güçlü sanatsal yükseliş, insanları sürükleyen sanat akımları yok bugün. Sanat da bilim gibi teknolojiye hizmet ediyor. Teknolojinin ise, kime veya neye hizmet ettiğini tekrar düşünebiliriz. 

Teknoloji üretmeye, özellikle de savaş ve silah teknolojisi üretmeye hizmet eden bir araç haline gelen bilim ile metal grileri parlatarak, beton grileri yumuşatarak modern dünyaya estetik kılıflar uydurmaya hizmet eden sanatın amacını da yeniden sorgulayabiliriz.


ŞULE BİLGE ÖZKEçECİ

01.08.2011
05.06.2011
28.01.2011
07.10.2010
02.08.2010
23.07.2010
10.10.2008
desendesign.com Her Hakkı Saklıdır rss ile takip edin