Üye Kayıt
Üye Giriş
Şifremi Unuttum
Şifre kısmını unuttum yazarak giriş butonuna tıkladığınızda adresinize şifreniz gelecektir.
ÜYE OL
GİRİŞ
MENÜ
Güncel Tartışma Sanat Sanatkarlar Eğitim Yayınlar ve Koleksiyonlar Sanat Malzemeleri
 

FATİH ÖZKAFA İLE HAT SANATI ÜZERİNE SOHBET

Siteye ekleyen : Klasik Türk Sanatlar Vakfı / Personel

Fatih Özkafa kimdir?
       Bu gibi sorulara kısa özgeçmiş formatında cevap verilmesi yöntemini şahsen sağlıklı bulmuyorum. Çünkü bu şekilde cevap verildiği takdirde, gayriihtiyarî olarak bazı zihinlerde, değer yargılarına göre müspet ya da menfî kalıplar oluşabiliyor. Böyle olunca da muhatapla kurulan iletişim sıhhatli olmuyor. Peşin hükümlerin bir hayli yaygın olduğu toplumumuzda maalesef neyin söylendiğinden Çok kimin söylediği önemli. Etiketlerin, unvanların, yaftaların, diplomaların konuştuğu, hakikatin ise Çoğunlukla sustuğu bir yerde, söylenenlerden Çok, söyleyenin dayandığı desteğe bakılıyor. "Tamam, sen öyle bilgiç bilgiç konuşuyorsun ama" diyorlar; "seni kaale almamız için ya bizden olmalısın, ya ekonomik bir gücün olmalı ya dişe dokunur bir etiketin olmalı ya da hiç olmazsa yaşını başını almış bir pîr-i fânî olmalısın ki dikkate değer birisi olduğuna hükmedip seni dinleyelim..." Yani, sırtını sağlam bir yere dayamadan konuşmak abesle iştigal etmek gibi bir şey. Çünkü mensûbiyet, şahsiyetten önde gidiyor.

Sanat câmiasında da bu böyle midir?
       Her câmiada her türlü insana rastlamak mümkün. Sanat câmiası da tozpembe değildir. Kıyasıya mücadelelerin, Çıkar Çatışmalarının olmadığı bir müessese, bir cemiyet herhalde yoktur. Mühim olan, minimum hasarla bu arbededen sıyrılabilmek, nâhoş durumlardan mümkün mertebe uzak kalabilmektir. Sanatına, sadece ve sadece sanatına odaklanmak gerçekten zor bir iştir. Sanatın da pek tabiî, pazarlama ve reklam boyutları, ekonomik uzantıları vardır. Bu işlere giriştiğiniz anda ise kendinizi acımasız bir piyasada buluverirsiniz. İşte bu pazarda kimse kimsenin gözyaşına bakmaz. Sadece piyasanın kendine mahsus kuralları hüküm sürer: Çok iyi kalpli bir insan, Çok başarısız bir işadamıdır.

Peki, klasik sanatların giderek yaygınlaşması, pek Çok kursun açılması konusunda ne düşünüyorsunuz?
       Son yıllarda, belediyelerin ve bazı kurumların da tesiriyle bu sanatların hızla tabana yayıldığı bir gerçek. Elbette bunun hem müspet ve hem menfî neticeleri olacaktır. Klasik sanatların daha Çok tanınması, rekabetin, Çeşitliliğin artması, ilk anda akla gelebilecek faydalardandır. Buna mukabil, bir kapı herkese açıksa, giresi olmayan da içeriye giriyor. Zorlanmadan elde edilenin kadr ü kıymeti ise bilinmiyor. Bu gibi kurslardan, Çeşitli sebeplerle maalesef kısa sürede aldığı sertifikalarla kendini sanatkâr olarak takdim eden kimseler Çıkabilmektedir. Fakat böyleleri, dar bir Çerçeve içinde işlerini yürütseler de hakiki pazarda müşteri bulamıyorlar. Bu kişilerin yaptıkları işler ancak cahil cesaretinin mahsûlü olsa gerek. Çünkü cahilin bildikleri ona birkaç ömür yetse de âlimin bilgisi kendisine bir gün bile kâfi gelmez.
Bununla birlikte, söz konusu kurslardan da Çok kabiliyetli kişiler zaman zaman Çıkmakta ve profesyonel sanat hayatına atılmaktadır.

Sizce hat meşk etmek isteyen talebe nasıl olmalıdır?
       Talebe, "ğassal elindeki meyyit gibi" olmalı. Bu, esasen tasavvufî bir tabirdir; fakat sanat tarikattan ayrı düşünülmelidir. Günümüzde, herhangi bir hattattan temeşşuka başlayan müptediler arasında, kendilerini bir mürşide intisap etmiş zannedenler yok değil. Hocası ise, aslında hattattan öte bir kimliğe, yani şeyh, kavs, postnişin, kutb gibi makamlardan birine sahip olmadığı için garip bir durum tezahür ediyor. Tarihte, iki vasfı kendisinde cem'etmiş örnekler mevcuttur; fakat istisnaî hâlleri umûma şâmil kılamayız. Sanat atölyesinin veya hat kursunun fonksiyonu farklıdır; dergâhın fonksiyonu farklıdır. Geçmişte, meselâ Konya Mevlâna Dergâhı'nda ve diğer Mevlevîhanelerde sanat eğitimi de verilmiştir. Bu müesseselerde, tarikat terbiyesinden geçmekle birlikte hüsn-i hat, mûsikî vs. sanatları da öğrenen birçok kimse yetişmiştir. Fakat karıştırılmaması gereken husus, o müesseselerin esas itibariyle tasavvufî kurum olmaları, günümüzde sanat meşkettirilen yerlerin ise esas itibariyle birer atölye olmalarıdır.

Günümüzde bu ikisi bir arada olamaz mı?
Hocanın hattatlık icâzetinden başka bir icâzeti varsa olabilir.

Diyelim ki başka bir icazeti yok; hoca talebesine hat derslerinin dışında bir terbiye veremez mi?
       Tabii ki verebilir. Vermelidir de. Geleneğe dayanan sanatların rûhunu, esas maksadını, bir hattatın nasıl bir insan olması gerektiğini kendi yaşadığı nispette anlatmalı, tavsiye etmelidir. 

"Talebe nasıl olmalıdır" sorusunun cevabına devam etsek?
       Sanki az önce söylediklerimde bir tenakuz varmış gibi gözükebilir. Çünkü "hem itirazsız teslim olmuş bir ideal talebe portresi Çiziyorsunuz hem de talebenin mürit demek olmadığını söylüyorsunuz" denilebilir. Evet; hem öyledir hem böyledir; ama ikisi birbirine karıştırılmamalıdır. Talebe, mademki hocasını işin ehli bir insan olarak kabul ederek kendisinden ders almaya gelmişse, onun tarif ve tavsiyelerine riâyet etmek durumundadır. Onun üslûbunu, tarzını sorgulamamalıdır. Mamafih; her tavsiyede biraz tehdit saklıdır.
       Eğer hocasını tamamıyla benimsememe durumu varsa, talebenin muvaffak olması Çok zordur. ("Talebe" kelimesi aslında cemi' olduğu halde, dilimizde genellikle müfred kullanıyoruz).          Ayrıca, talebenin algılama kapasitesi belki yapabilme kudretinden daha önemlidir. Çünkü farklılıkları, incelikleri göremeyen, tarifleri doğru anlayamayan birisinin el yeteneği yeterli değildir. Hattâ o kadar zekî olmalıdır ki; hocanın konuşarak izah etmesine bile gerek kalmadan, henüz Çıkartma yapılırken kendi hatasını kavrayabilsin. Gerisi zaten azimle, gayretle yoluna girer.
       Talebede olması gereken bir diğer vasıf, malzemelerin özelliklerini iyi bilmesidir. Birçok deneme yanılma ile ve sorarak, tahkik ederek en ideal olan malzemeyi temin etmelidir. Meselâ kalemin iyisini bulduktan başka, onu en kolay şekilde traş edecek olan kalemtraşı elde edecek, onu bileylemeyi ve kalemini güzelce açmayı yine kendisi becerebilecektir. Yine talebenin, kâğıdın boyanmasından âherlenmesine, mührelenmesine ve tebeşirlenmesine kadar bütün muâmelâtı safha safha öğrenmesi ve yapması lâzımdır. Daha sonra zaman yetersizliği sebebiyle kâğıdı hazır vaziyette satın alacak olsa bile bu teknikleri bilmesi gerekir. Hattâ kâğıt imal usûlünü bile en azından görmesinde fayda vardır.
       Yine, hat talebesinin is mürekkebi yapabilmesi gerekir. Bütün bunları öğrenmesi ona Çok şey kazandıracaktır. Her şeyden önce, böyle yapılmakla, at üzerindeyken oku yere düşenin inip kendisinin alması şeklindeki Nebevî tavsiyeye uyulmuş olur. Buna ilâveten, malzeme için sarf edilen emeğin hakkını vermek için, insan yazıya daha Çok özenir. Malzemenin kimyası bilinince, karşılaşılan problemin hallolması da kolaylaşır.

Bu söylediklerinizden başka, meselâ meşkini hocaya gösterirken talebe nasıl davranmalıdır?
       Bu soru gerçekten isabetli bir soru. Çünkü kitaplarda bu konuyla ilgili tafsilata ben rastlayamadım; fakat âcizane bazı tespitlerim oldu; isterseniz onları aktarayım: En Çok karşılaşılan durumlardan biri, talebenin meşk gösterirken gereksiz yere konuşmasıdır. Zaten hayatta da başkalarının gözünden düşmenin en kolay yolu Çok konuşmaktır. Hoca meşke bakarken veya Çıkartma yaparken, talebenin azamî dikkatle ve sükûnetle hocayı izlemesi gerekir. "Kâğıt iyi değildi, mürekkep bozuktu, kalemim kırılmıştı, hastaydım... " gibi mazeretleri dile getirmemelidir. Bütün bunlar, meşk açısından hocayı ilgilendirmez. Hoca sadece elindeki yazıya bakar ve gerekli gördüğü yerleri düzeltir. Talebe de teşekkür eder, iyice Çalıştıktan sonra meşkini tekrar yazar. "Çalıştıktan sonra" dedik; Çünkü bu husus Çok önemli. Bazı öğrenciler, tek bir harfe bile Çalışmadan meşki tekrar yazıp hocaya getiriyorlar. Esasında böyle Çarçabuk tekrar yazılan meşklere bakmak vakit kaybından öte bir şey değildir.
       Zaman zaman rastladığım bir başka usûl hatası da şu: Hoca talebeye henüz hiçbir şey söylemeden, talebe kendi meşkindeki kusurları sıralamaya başlıyor. Şu harf büyük oldu, şurası olmadı, gibi. Bu da hocaya kasdî olmasa da zımnî bir hakaret sayılır. Böylelerine, "madem sen bu kadar biliyordun, hocaya niye gösteriyorsun" dense revâdır.
       Bir diğer vahim hata: "Hocam, tekrar yazayım mı?" sorusu. Yani psikolojik baskı yaparak meşk geçme taktiği. Elbette hocalar bu tuzağa düşmezler. Bu ve benzeri soruları soran bir talebe iyi bir hattat olamaz bence. Çünkü onun maksadı ders geçmek ve bir an evvel prosedürü tamamlayıp icâzet almaktır. Fazla idealist bir düşünce olacak belki ama maksadı yazıyı bütün incelikleriyle öğrenmek olan talebe ders geçtiği zaman sevinmemeli; tam tersine endişeye kapılmalıdır: Acaba hoca bazı hatalarımı tolere mi etti? Onları da talebe zamanla düzeltir bakalım, diye mi dersi geçirdi?

Güzel Sanatlar Fakültesi'nde okuyan talebenin Çabuk ders geçme kaygısına düşmesi normal değil mi? Çünkü aksi takdirde sınıfta kalabilir?
       Çok haklısınız. Klasik meşk usûlü ile resmî mevzûatın Çakıştığı durumlar bu sanatları üniversitede de öğretmeye Çalışanları elbette zor durumda bırakabiliyor. Fakat biz bu konuda Geleneksel Türk Sanatları Bölümü olarak uzun müzakereler yaptık. Herkese aynı kuralların tatbik edilmesi bazen adalete muvafık olmayabiliyor. Fakülte öncesinde, özel kurslarda birkaç yıl meşk eden, hattâ icâzet seviyesine yaklaşan öğrenciler olmakla birlikte ilk defa fakültede bu işe başlayanlar da var. Bu öğrencilerin hepsi teorik ve temel dersleri aynı şartlarda almakla yükümlüler. Fakat derslerin uygulama kısmında durum nispeten farklılaşıyor. Tabiî biz derslerin teorik kısımları için de uygulama kısımları için de, müfredatımızı ilk defa başlayanlara göre hazırlıyoruz ve normal standartlardaki bir öğrencinin ulaşabileceği, dönemlik asgari hedefler belirliyoruz. Bu standartların üzerinde olan bir öğrenciden ise nispeten zor bir uygulama istiyoruz. Böyle olunca, hem o öğrenci tatmin olacağı bir Çalışma yaparak bölümümüze yüksek seviyeli eserler kazandırıyor ve iyi bir not alıyor hem de diğer öğrenciler bölümün asgari standartlarına ve kendi seviyelerine uygun eserler ortaya Çıkartarak iyi birer not alabiliyorlar.

Peki, teorik derslerin yükü, uygulamaya daha az zaman bırakmıyor mu?
       Teorik dersleri angarya olarak görmemek lâzım. Nazariyattan nasibi olmayan bir sanatkâr tatbikatta yeni ufuklara açılamaz. Belki sıradan bir Çizgi üzerinde sanatını sürdürebilir; fakat orijinal buluşlar yapamaz. Klasik anlamda düzgün işler yapabilir; fakat sanatseverleri hayrete düşürecek tasarımlar yapamaz. Teorik altyapısı sağlam olmayan sanatkâr, gününü kurtaran eserler ortaya Çıkartabilir, hattâ ödüller bile alabilir; fakat Çağlara hitap edecek seviyede kalıcılığı olan bir esere imza atamaz.

Teorik altyapı, bir nevi Çok yönlülük kazandırır yani?
       Çok okuyan bir insan, ister istemez Çok yönlü olmaya başlar. Bilgi arttıkça ilgi de artar. İlgi ne kadar farklı sahalara yönelirse, bakış açısı o kadar genişler. Bakış açısı genişleyen insan, peşin hükümlerinden kurtulur. Önyargılarından kurtulan kişinin de tasarım rûhu harekete geçer.

İyi bir sanatkâr objektif olabilmelidir yani?
       Şüphesiz. Hattâ öyle ki; objektif olmayan, ön yargılarından arınmayan talebe henüz temeşşuk safhasındayken bile başarılı olamaz.

Niçin?
       Meselâ; hoca der ki; "bu harfi yazarken kalemin kıblesi şu cihete bakacak, şu harfi yazarken kalemi şöyle tutacaksın..." Çoğu kez, insanın sahip olduğu şeyler, sahip olması gereken şeyler için ayakbağıdır ya; talebe de alışkanlıklarını kolay terk edemeyen biriyse, bildiğinden vazgeçmez. Kalemi yanlış tutar, harf de bir türlü güzel Çıkmaz.
Senden istenileni yapamazsan, yapacağın şeyi de isteyen Çıkmaz.

Hat sanatında ihlâl edilemeyecek pek Çok kural var. Bunca kaide varken ilginç tasarımlar ortaya Çıkarmak zor değil mi?
       Bu sanatın câzibesi burada saklı. Tabiri câizse; oyunu kurallarına göre oynayacaksın; ama monotonluktan da kaçınacaksın. Kuralı olmayan bir oyun, oynayana da seyredene de zevk vermez. Bununla birlikte, kurallar kural tanımayanlar içindir ve kuralları en iyi bilenler onları ihlâl etmenin usûlünü de iyi bilirler. Bir meseleye vâkıf olanın yaptığı yenilik Çok güzel olmasa bile kayda değerdir; konuya hâkim olmayanın yaptığı yenilik ise ilginç olsa bile doğru değildir.

desendesign.com Her Hakkı Saklıdır rss ile takip edin