Üye Kayıt
Üye Giriş
Şifremi Unuttum
Şifre kısmını unuttum yazarak giriş butonuna tıkladığınızda adresinize şifreniz gelecektir.
ÜYE OL
GİRİŞ
MENÜ
Güncel Tartışma Sanat Sanatkarlar Eğitim Yayınlar ve Koleksiyonlar Sanat Malzemeleri
 

FETH'İN İSTANBUL'A ve HAT SAN'ATINA KAZANDIRDIKLARI

Siteye ekleyen : Klasik Türk Sanatlar Vakfı / Personel

İstanbul'un fethi, sadece başka bir imparatorluğun hakimiyeti altında bulunan bir şehrin Osmanlı topraklarına dahil edilmiş olmasından ibaret değildir. Zira, İstanbul'a gelinceye kadar, Osmanlı devleti birçok önemli merkezi topraklarına katmıştı. Ama İstanbul, kelimenin tam ma'nasıyla fethedilmiştir. Çünkü "feth"in, Arapça'da Çok fazla karşılığı vardır. Çeşitli kelimelerle birlikte kullanıldığında bu fiilin kazandığı temel ma'nalardan bazıları şunlardır: bir şeyi açmak, kapı açmak, başlamak, zaptetmek, disiplin altına almak, ele geçirmek, yardım etmek, ferahlatmak, hizmete açmak, anlaşmazlığı Çözüme kavuşturmak, ilim elde etmek, rızık kazanmak, hidayete ermek, musluğu açıvermek, kapıları sonuna kadar açmak, Çiçek açmak, söze girmek, bir şeyi diğer şeyden ayırmak vs...

Daha önce muhtelif devirlerde yapılan 28 fetih teşebbüsünün ardından, bu büyük ideale 29 Mayıs 1453'te erişilebildi. İşte bu tarihten itibaren, "belde-i tayyibe" için her ne yapıldıysa, müjdelenen muzafferine "Fatih" unvanını kazandıran "fetih" hadisesinin yukarıda zikredilen kelime manalarından biriyle, o yapılanların mutlaka bağlantısı olmuştur. İstanbul fethedilmiştir; yani ele geçirilmiş, zapt ü rapt altına alınmıştır. İstanbul fethedilmiştir; yani kapıları iyilik ve güzellik için, adalet için ardına kadar açılmıştır. Hidâyete kavuşmuştur. İstanbul'a ve orada yaşayan insanlara yardım edilmiştir, hizmet götürülmüştür. İstanbul fethedilerek zulmetten kurtulmuş; adaletin nuruyla ihtilaflar, zulümler ortadan kaldırılmıştır. İstanbul fethedilmiş; böylelikle hayırlı ve yepyeni bir başlangıç yapılmıştır. Musluklar sonuna kadar açılmış, bütün imkânlar seferber edilerek bu belde ilmin, san'atın ve medeniyetin beşiği haline getirilmiştir. Fethedildiği tarih ile ilkbahar mevsiminin tevafuku neticesinde İstanbul'un dört bir yanı Çiçek açmış, boğaz erguvana bürünmüş, kuru dallar yeşermiş, hayat yeniden başlamıştır; yani Kur'an-ı Kerim'de geçen teşbihle ifade edecek olursak; "ölüden diri Çıkmıştır". İstanbul'un fethiyle birlikte, İstanbul'da tam ma'nasıyla yaz mevsimi başlamıştır. İstanbul'un fethiyle cihanda söz söyleme sırası hakka ve hakîkate gelmiş; bâtıl ise bir daha yüzyıllarca ağzını bile açamayacak derecede zâil olmuştur. Bir Çağ kapanmış, bir başka Çağ açılmıştır. Fatihlerin en büyük ideali gerçekleşmiştir.

Sultanlar arasında "Fatih" nâmıyla anılan yegâne hükümdar olan II. Mehmed Han, ismini aldığı Peygamber (s.a.v.)'in müjdelediği kumandan olarak böylesine büyük ve mübarek bir zafer elde etmişse, Fatih'in asıl güç aldığı, feyizlendiği kılavuz elbette Kur'an-ı Kerim idi. Çünkü bu bahtiyar kumandan, ancak inananlara va'dedilen ilâhi nusretin sayesinde apaçık bir fethe ulaşılabileceğini biliyordu. Nitekim, hem maddeten hem ma'nen mücehhez olarak bu işe girişti ve esbâba bilânoksan tevessül ettiği için netice muhkem oldu.

Ancak, Fatih'in İstanbul'u fethetmesi şehri almasıyla nihayet bulmadı. Bil'akis, asıl fetih bundan sonra vuku'buldu. Şehrin fazla yağmalanmasına müsâade etmedi. Talana ve tahribata mani olduğu gibi, şehri yeniden inşâ ve ihyâ etmek için kolları sıvadı. Hem maddeten hem ma'nen burayı ma'mûr etmek için lâzım olanı yapmaya koyuldu. Dünyanın dört bir yanından ilim ve san'at erbâbını davet etti. İstanbul'un en güzîde tepelerinden birine, yeryüzünde Allah'ın gölgesi sıfatıyla O'nun manevî evi sayılan büyük bir cami inşa ettirdi. Bu gelenek, kendisinden sonra da sürdürüldü ve camiler daimâ, tepelerin zirvesine kondurulan kubbeleriyle, gökyüzüne doğru yükselen minareleriyle şehrin ana siluetini meydana getirdi. Bu abidevî ibadethaneler hiç şüphesiz ki, bir inancın timsali idi ve bu muazzam binalar için asla kuytu yerler değil, her taraftan rahatlıkla görülebilecek yerler özellikle tercih edildi. Böylelikle bütün dünyaya kalıcı bir mesaj verilmek istendi. Mutlak hakikatin gücü -duyduk duymadık demeyin dercesine- cümle âleme ilân edilmek istendi.

Bütün bu mücâhedenin, azmin, gayretin ve inancın temel kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'in en güzel hattıyla İstanbul'da yazılmak istenmesi de gayet tabiî olacaktı. Bu gayeye müteveccih olarak, Fatih Sultan Mehmed'in oğlu II. Bâyezid Han, halifeliğin Osmanlı padişahlarına geçmesine ramak kala, -ki bu şerefe ilk kez, oğlu Yavuz Sultan Selim nâil olacaktı- Çok hassas bir adım attı. Babasının İstanbul merkezli olarak başlatmış olduğu medeniyet hamlesini daha da ileri bir seviyeye taşımak maksadıyla, Kur'an yazısında da yepyeni bir Çığır açılmasını istiyordu. Kadim tarzın takipçisi olmak yerine, bundan sonra başka Müslüman milletlerin de takip etmek isteyecekleri yeni bir tarzı tahayyül ediyordu. Bu minval üzere, hocası Hattat Şeyh Hamdullah'a (1429-1520), yazıda hâkim olan Arap üslûbundan farklı bir tarza, Türk tarzına geçilmesi hususunu teklif etti. Çünkü, mâdem cihan hükümdarı olma yolunda ilerleniyordu, Türk ve İslâm camiasında yeni bir lider devlet zuhur ediyordu ve İstanbul, Türk'ün ve Müslümanın yeni payitahtı oluyordu; o halde sanatta da İstanbul merkezli yeni bir yol ittihaz edilmeliydi. Bu sebeple, niyetini en iyi şekilde anlayabileceğine ve gereğini ifa edeceğine inandığı saygıdeğer hocası Şeyh Hamdullah'a "bu tarzdan gayrı bir vadi ihtira olunsa idi iyi olurdu" dedi. Şeyh, Hünkâr'ın merâmını anladı, bu teklifi ciddi olarak benimsedi ve Çileye Çekildi.

Ma'nevî taraflarını bilemeyeceğimiz; ancak yorucu bir cehd içinde geçtiğine inandığımız bu Çile müddetince, Yâkutü'l-Musta'sımî'nin (ö. 1298) yazılarını titizlikle inceledi ve yazıya Türk zevkini, Türk zarafetini kazandıracak ilk mühim değişiklikleri yaparak yepyeni bir şîve ile Türk hat sanatının temellerini attı. Bu feyizli gayretlerin neticesinde, Devlet-i ‘Aliyye-i Osmaniyye'nin başşehri İstanbul, ilmin ve irfanın merkezi olmanın yanında hat sanatının da başşehri olma yoluna girmiş oldu. Yani; hem Sultan II. Bâyezid, hem de onun vesilesiyle Şeyh Hamdullah, anlık bir hâdise olarak değerlendiremeyeceğimiz "İstanbul'un fethi" macerâsına, kıymeti inkâr edilemez katkılarda bulunmuş oldular. Artık, dünyanın en büyük hattatları İstanbul'da yetişecekti. Bundan böyle, İstanbul'a gelen herkes, aradığı her şeyi burada bulabilecekti.

Nitekim, Şeyh Hamdullah'tan sonra da onun takipçileri bütün mesailerini, ibadet aşkıyla hüsn-i hat için harcadılar ve Sultan II. Bâyezid'in sualine bizzat muhatap olmuşçasına cehdederek Kur'an yazısını en güzel şekilde yazma yolunda ilerlediler. Yazının tekâmüle ermesi için XIX. asra gelinceye kadar yüzlerce hattatın, hayatını bu kutsî hizmete vakfetmesi gerekecekti. Neticede, Kur'an-ı Kerim'e verilen değer, sadece ma'nâsının idrak edilmesi ve düstûrlarının tatbik edilmesinden ibaret kalmadı. Yazısından tezhibine ve teclidine varıncaya kadar bu Kitap, lâyıkı vechile hürmete mazhar oldu. Kur'an-ı Kerim'den alınan feyzin ve ilhamın neticesinde vuku' bulan İstanbul'un fethi hadisesi, hat sanatı için bu şehirde yapılanlar dolayısıyla, yine Kur'an-ı Kerim'e hizmet olarak rücu' etmiş oldu.

Yrd.Doç.Dr. Fatih ÖZKAFA

01.08.2011
05.06.2011
28.01.2011
07.10.2010
02.08.2010
23.07.2010
10.10.2008
desendesign.com Her Hakkı Saklıdır rss ile takip edin