İSTANBUL ve LÂLE
Bir garip soğancık dı o!
Sonra toprakla buluştu, hemen kaynaşıverdiler.
Çünkü toprağın verebileceği verimli tanecikler vardı, bu sevimli soğancığa, soğancığında bu verimli tanecikleri bünyesinde hapsedip serpilmeye ihtiyacı vardı.
Soğancık sımsıkı tutunuverdi toprağa, toprak da bütün anaçlığıyla kavradı soğancığı, bu sıkı dostluktan mutlu olan soğancık yeşermeye başladı. Suyla buluşunca da mutluluğu kat be kat artıverdi.
Derken bir gonca beden buldu soğancıkta, yaprakların korumasında can bulan gonca yaratana şükredip açıldı tüm ihtişamıyla.
Birde baktık ki yalnız değilmiş duasında, kendisi gibi milyonlarca avuç semaya doğru yürürken güzelliklerine güzellik katıp, onları seyre dalmış insan oğluna da yaradılışın, mutluluğun, şükrün azizliğini anlatıyorlardı.
Dünyanın en güzel şehri, şehirlerin en azizi iki kıtayı birbirine iki gerdanlıkla bağlayan, ihtişamıyla, ruhani bütünlüğüyle kendisini bir kere görenleri kara sevdaya düşüren Aziz İstanbul.
Geçmişinde bir devre adını vermiş olan laleyi tekrar eski kimliğine kavuşturmaya karar verdi. Koca kentin gönül dostu insanları, kimisi bahçesini balkonunu lale ile cennete Çevirdi. Kimisi tuvaline yansıttı; müthiş güzelliğini... Kimisi şiirlerine, kimisi kitaplarına misafir eyledi.
Klasik Türk Sanatları Vakfı'da sanatkârlarına seslendi.
"Ey yarenler, sanat muhibbi, vefakâr üstatlar; gönlünüzde açan laleyi dökün murakkaya fırçaya, kamışa, fırçanız, kamışınız ruhunuzdan aldığı ilhamla coşsun gönlünüzde tomurcuklanan lale can bulsun murakkanızda."
Gönüllere bir kere ateş düşmeye görün, gönüller coştu; fırçalar altınla boyayla birleşti, kamışlar hokkayla mürekkeple buluşup tüm hünerlerini gösterdiler.
Bu şakıyan gönüllerden 50 adet eser-i şahane meydana geldi ki cana can, ruha ilham, gözlere bayram...
Bu şaheserler Cemal Reşit Rey Kongre ve Sergi Sarayında tüm İstanbulluların ve tabiî ki tüm sanatseverlerin beğenisine sunuldu.
Vakfımız tarafından düzenlenen bu serginin açılışını İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş beyefendi yaptı. Beraberindeki heyetle devlet erkânından değerli bürokratlarda bulunuyordu.
Sayın Kadir Topbaş lalenin geçmişteki günlerini bir devre imza atışını ve günümüzdeki güzel İstanbul'umuzun simgesi olan lalenin eski muhteşem günlerini tekrar ama bugünün görselliğinde yaşaması ve yaşatılması için verilen Çabaları özetledikten sonra tüm sanatseverler ve vakfımız başkanı sayın Ahmet Zeki Yavaş beyefendi, vakfımız sanatkârları ile sergiyi gezip eserleri meydana getiren sanatkârlarımızdan eserleri hakkında tek tek bilgi alarak yorum ve beğenilerini dile getirdi. Sergimizi dolaşan sanatseverlerimiz de yorum yapmakta zorlanırken bu ilgiden hoşnut olan eserler nazlı nazlı oldukları yerlerinde daha da ışıldamaya, renkleri daha canlı, altınları daha parlak görünmeye, görüntüleri daha da muhteşem bir hal almaya başladı.
Hüsn-i Hat eserler için ise söylenecek söz bulamıyorum.
Rivayet odur ki; mukaddes kelâm meşk edilirken kelâmın ruhani melekleri kamışın mürekkeple buluşup âherli kağıt üzerindeki raksını tamamladıktan sonra mürekkep kuruyana kadar kamışı tutan elin sahibine şefaât ederlermiş.
Edermiş ki, ömrü vefa ettiği sürece kadîm kelâmı yazmaya, gelecek nesillere aktarmaya devam eylesin diye.
Sergimizdeki kadîm kelâmlar ise anlattıkları lalenin mahzunluğunda gördükleri ilgi ve alakanın etkisiyle, mukaddes melekler sadece kamışı tutan ele değil, o el için iltifatlarını esirgemeyen gönüllere de şefaât ediyordu sanki.
Huşû içinde sergimizi gezen sanatseverlerimiz Cemal Reşit Rey Kongre ve Sergi Sarayından ayrılma vakti geldiğinde gönüllerinden bir parçayı sergimizde bıraktıkları için, sergimiz her dolaştığı yerde, her zaman diliminde taht kurduğu gönüller arttıkça daha zenginleşerek, daha da büyüyerek uzun bir süre sanatseverlere görsel ziyafet vermeye başta vakıf binamız olmak üzere birçok yerde devam ediyor.
Tabi ki Lale sergimizi takip eden başka sergilerimizde olacak...
Ayşe Emine Sultan ÇELİK
İstanbul Laleleri Koleksiyonunda eserleriolan sanatkârlar
1. Arda Cakmak . "Mavi Lale"
2. Arzu Tozlu . "Nahl-Erguvan"
3. Arzu Uzunosman . "Varlık ve Yokluk"
4. Asiye Kafalıer . "Hayal Meydanında Sema"
5. Asude Zehra Oztürk . "Asude-i Lale"
6. Atilla Yusuf Turgut . "İstanbul Ialesi"
7. Ayşegül Ayla . "Lale'nin Ebced Hesabı "
8. Ayşenur Kadakçı Veli. "Gizli Bahce"
9. AytenTiryaki . "Devr-i Dareyn"
10. Berna Kervan . "Lale'nin Gölgesinde"
11. Berrin Cakin Guc . "Lale Devri'nden"
12. Cahide Keskiner . "Rüku ve Secdede Ldle"
13. DilekYerlikaya. "Ah! Lal"
14. Dürdane Ünver . "İstanbul'un Düsleri"
15. Eda Funda Erkan . "Burgulu Lale"
16. Emel Türkmen . "Günbatımında Lale"
17. Emine Can Nalbanoğtlu . "Ya Hayy(c.c)"
18. Esin Kazazoğlu . "İstanbul ve Ialeleri"
19. Esra Elitaş . "Hamdım, Piştim, Yandım... "
20. FarukTaşkale . "Lale-i İstanbul"
21. Firdevs Cebeci . "Semazen"
22. Fisun Barutçugil . "Aziz İstanbul"
23. Güher Erk . "Yeditepe Laleleri"
24. Gülçin Anmaç . "Sadabat Sarayın'nda Lalezar Sefası
25. Gülnihal Küpeli . "Nefi"
26. Gülnur Duran . "Cifttahrir Lale"
27. Harun Yılmaz . "Lale ve İstanbul"
28. Hasan Türkmen . "Huzur"
29. Hatice Aksu . "Fethipaşa Lalesi"
30. Kevser İbrahimoğlu . "Esma Bahcesinde Bir Damla
31. Mamure Öz . "Cennet'iil-Esma ve Gül-i Muhammed
32. Mustafa Nasuhi Çelebi . "Siyah Lale"
33. Müjgan Başköylü . "Lale'nin Adı İstanbul"
34. Münevver Ücer . "Ferman Lale"
35. Naciye Subaşı . "Nev-i Aşk"
36. Nazlı Durmuşoğlu . "Yadigar"
37. Nermin Özcan Özer . "Lale ve Sır"
38. Nilüfer Kurfeyz . "Şefkat 2"
39. Orhan Dağlı . "İstanbul Lalesi"
40. Osman Özçay . "Oku"
41. Özcan Özcan . "Lale ve Sembolleri"
42. Rüveyda Güngör . "Sakayık"
43. Sabiha Bayhan Koç . "Lale'nin Aşkı"
44. Savas Çevik . "Kreasyon Lale Kompozisyonu"
45. Seher Aşıcı . "Iki Kıta Tek Lale"
46. Selim Sağlam . "Sukut 2 "
47. Serap Bostanci Tuluk . "Aşk-ı Lale"
48. Taner Alakuş . "III. Ahmet"
49. Türkan Öztürk . "Itri'nin Segahı"
50. Yasemin Ergün . "Huma"
Sevgili yeşil ve gönül dostları...
Yıllardır özlenen, üzerine şiirler yazılan, nice sevdalarımıza şahit tuttuğumuz bir tutkumuz değil miydi Lâle?
Ve yıllardır mahzun bırakılan, gözü yaslı kaderine terk edilen asil, nazik, sevgi Çiçeğimiz...
Bir el değmeliydi onun makus talihini kırmak için; onu tekrar hayata döndürmek, aramıza katmak, baş köşeye oturtmak
için...
İstanbul bahçelerinin vazgeçilmez Çiçeği lâleyi toprağımızla tekrar buluşturmak, şairlerimizin özlemini gidermek ve
ruhumuzu besleyen bu güzelliği İstanbul halkına sunmak için Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Kadir Topbaş,
o eli uzattı...
Şair'in dediği Çıktı;
"Gam Çekme böyle gitmez bu devran,
Nihayer sonuncu durağa gelir...
Yırtılır güneşin kapkara zarı,
Nur kaçtığı yerden toprağa gelir..." misali;
Lâle; nihayet anayurduna döndü!
Biz de bu keyifli beraberliğe aracılık etmenin onurunu yaşarken; bir yandan da artık hizmette kusur etmeme gayretini gösteriyoruz her dem...
Hem ne Çare deyip boyun bükmedik, hem eloğlunun eline bakmayalım eski sevdamız için diye, kendi insanımız ile
buluşturduk hevesle...
Bu gayeyle, bu hevesle; Silivri başta olmak üzere istanbul'umuzun köyleri ile tanıştırdık Lâleyi. Lâle toprağına geldi,
bahçevanın eline bıraktı kendini. Artık o bizde hayat buluyor; bizde can buluyor; bizden aldığı mutluluğu daha fazlası
ile bize geri veriyor.
Böylece de tılsımlı güzelliği ve adeta bir renk senfonisine dönen estetiği ile zaten güzeller güzeli olan istanbul'u süslüyor da süslüyor, istanbul bir Lâlezar'a dönüşüyor her zerresiyle.
Biz amaç edindik, İstanbul Ağaç ve Peyzaj A.Ş.' nin tüm Çalışanları ile aynı hedefe yönelerek; İstanbul'u ve İstanbul'dan
başlayarak tüm Türkiye'yi başta Lâle olmak üzere her tür ve renkte Çiçek ve ağaçlarla süslemeye, güzelleştirmeye devam
edeceğiz..
Bu büyük yolculuğu birlikte paylaşalım, izleyelim diye şu an elinizde bulunan ve ilk satırları ile tanıştığınız "Geçmişten
Günümüze İstanbul Lâleleri" adlı kitabımızı beğeni ve takdirlerinize takdim ediyoruz.
Bu takdimin heyecan ve mutluluğunu yaşarken, bu seçkin Çalışmaya emek ve gönül veren tüm sanatkarlarımızı ve Çalışn
arkadaşlarımı yürekten tebrik ediyor; bitimsiz enerjileri ve üstün gayretleri ile daha nice faydalı eserlere imza atmalarını
içtenlikle diliyorum.
Dünya Başkenti Büyük İstanbul'a ait daha nice büyük heyecanlarda buluşmak üzere...
saygılarımla.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir TOPBAŞ
LÂLE'NİN HİKÂYESİ
Lâle Tiyenşan Dağları'nda doğdu. Değişirken devam eden, devam ederken değişen, sonsuzluğa akıp giden zaman içinde Selçuklu'nun, Osmanlı'nın elinde suya Çizilen ebru oldu. Saraylarda, camilerde Çini oldu. Odun, tamburun tellerinde şarkı oldu. Ustanın elinde hat, nakkaşın elinde tezhip oldu. Fetih ile İstanbul'a gelen "Lâle" İstanbul'u sevdi, İstanbul’lu oldu. İstanbullunun Çiçeği oldu. Hollanda'ya gidip Avrupalı oldu. Bütün dünyada tanındı. Dünyalı oldu. Zambakgillerin uzun ve sivri yapraklı, kadeh biçimli, türlü renklerdeki bu otsu süs bitkisi bir devre adını veren isim oldu. "Lâle yüzyıllar süzgecinden geçip, hayatımızın bir parçası oldu. Kendisine yüklenen tasavvufi anlamı ile Anadolu'nun kutsal Çiçeği oldu.
Eskilerin tabiriyle "Cevahir-i Huruf” denilen "lam", "be" ve "elif" harfleri "Lâle" kelimesini oluşturduğu gibi aynı zamanı "hilal" ve "Allah" kelimeleri de bu harflerden meydana gelmektedir.
Ne enteresandır ki, Osmanlı'da lekesiz Lâle muteberdir. Bunun sebebi "Allah", "hilal" ve "Lale" kelimelerini oluşturan bu harflerin noktalama işaretine sahip olmamalarıydı. Yani lekesiz kabul edilen bu kelimeler, Lâle ile özdeşleştiriliyordu.
Bir diğer ilginç nokta da bu üç kelimeyi oluşturan harflerin ebced hesabındaki toplamlarının 66 sayısına denk geliyor olmasıydı.
"Ebced" Arap alfabesindeki harflerin kolay ezberlenmesi için meydana getirilmiş manasız kelimenin adıdır. Ebced'de harflerin alfabe sırasında rakamsal bir karşılığı vardır. Bu özellik kullanılarak isim verme, bazı metinlerin ve harflerin gizemlerini Çözme, doğum-ölüm gibi özel zamanlar için tarih düşürme "ebced" hesabı ile yapılır. Ebced hesabında Allah-Hilal-Lâle sözcüklerinin rakamsal toplamının 66 sayısına denk geldiği için Lâle sembolik bir önem de arzeder. Örneğin, siyah üzerine işlenen Lâle motifi, savaş esnasında Allah'ın savaşçının yanında olduğunun bir göstergesi diye yorumlanırdı. Yıldırım Beyazıt'ın savaşta zırh altına tılsımlı gömlek denilen bir iç gömlek giydiği ve bu gömleğin Kur'an'dan ayetler içerdiği, sırtında da Lâle motifinin olduğu bilinmektedir.
Lâlenin üstüne yüklenen mistik güç Tanrı’nın biricini sembolize etmektedir. Tasavvuf terminolojisinde gülün Hz. Muhammed (s.a.v.)'i temsil etmesi, karanfilin Hz. Ali'yi temsil etmesi, tasavvuf sembolizminin işaretleridir. Allah, hilal. Lâle üçlemesindeki 66 rakam birliği, harf ortaklıkları Lâle sembolizmini güçlendiren etkenlerdir.
Kazakistan'da yapılan arkeolojik kazılarda, milattan önceki yıllara ait olduğu tesbit edilen buluntulardaki Lâle temalı eşyalar, Anadolu Tasavvuf Heyetinin temel taşlarından olan Lâle Çiçeğinin ve motifinin Orta Asya kaynaklı ve Çok eski olduğunu ortaya koyar. Tiyenşan Dağları’nın bu gizemli Çiçeği, geçirdiği bu uzun yolculuktan sonra Türklerin ve Hollandalıların sembol Çiçeği olmuştur. Türk Çadırlarının dekoratif örtülerinde, keçelerinde ve elbiselerinin kemer tokalarında karşımıza Çıkan lâle, Türklerin Orta Asya'dan göçleri ile kültürlerin beşiği olan ülke ve şehirlerden geçerek ve üzerine pek Çok mistik anlamlar yükleyerek, Orta Asya'dan küçük Anadolu'ya uzanan yolculuğunu gerçekleştirmiştir. İsfahan, Şiraz, Buhara, Semerkand, Bağdat gibi kültür yataklarından geçen Lâle, İstanbul'da kilit bir noktaya oturmuştur.
Walter Benjamin'in "Son Bakışta Aşk "adlı kitabındaki bir söz, günümüzde yaşayan ve yaşatılan Lâlenin eski kültürlerden kalan önemli bir miras olduğunu ortaya koyar; "Kültür bir bütün değil, bir enkazdır. Ve enkazdan ancak parçalar kurtarılabilir."
Eski yaşanmış kültürümüzden kalan ve bugün de dört elle sarıldığımız bir parçamız olan Lâle Orta Asya'dan beri süregelen mitolojisinde şöyle tanımlanmaktadır. Yaprağın üzerindeki Çiğ tanesine yıldırım düşmüş ve alev alan yaprak Lâleye dönüşmüştür. Lâlenin iç bünyesinde yer alan siyahlıklarda yıldırımdan kalan yanık izleri olarak yorumlanmıştır.
Hun sanatında, kurganlarda Çıkan buluntularda Lâle motifinin işlendiği, günlük yaşamda kullanılmış eşyalara ve aksesuarla rastlanır. M..Ö 5. ve 6. yy' lara tarihlenen bir Pazarık kurganında bulunan at koşum takımına ait ahşap malzemeler ve bir eğer için kesilmiş deri parçaları Lâle motifi şeklindedir.
Orta Asya sanatında Türkler için başlangıç noktası sayılan Hoca-Bezerlik'te bulunan duvar resimlerinde elinde Lâle tutan erkek ve kadın figürlü eserler, halen Berlin Staatliche Müzesi'nde sergilenmektedir. M.S 8. ve 9. yüzyıllara tarihlenen bu eserler, Türk süsleme sanatında tezhip, minyatür, kalem işi sanatlarının başlangıç noktası olarak kabul edilir. Berlin Staatliche Museen IB 8381 numarada kayıtlı duvar resmi (kalemisi) örneğinin uzunluğu 21.2 cm olup Orta Asya kökenli insan figürü elinde İlle motifiyle işlenmiştir. Diğer bir duvar resmi kalem işi örneği de IB 6876b kodu ile envantere geçmiş olan ve elinde Lâle motifi taşıyan bir kadın figürüdür. Bu eser M.S. 9. Yüzyıla tarihlenmiştir.
12. yüzyıla kadar sanat eserlerinde pek görülmeyen Lâle motifi, Büyük Selçuklu İmparatorluğu sanatında karşımıza Çıkar. 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu'ya giren Türkler, beraberlerinde Orta Asya'daki kültürlerinin bir parçası olan Lâleyi de getirmişlerdir.
Roma ve Bizans döneminden kalan tarihi eserlerde Lâle motifinin hiç kullanılmaması, bu uygarlıklarda Lâle'nin bilinmediğinin bir kanıtı olarak gösterilmektedir.
Selçuklular tarafından Anadolu'nun yeni başkenti yapılan Konya'da pek Çok sanat eseri inşa edilmiştir. Sultan Kılıçarslan tarafından yaptırılan Alaeddin Köşkü'nün bugün Berlin Staatliche Müzesi'nde korunan Çinilerinin birinde, iki saraylının arasında resmedilmiş Lâle motifi, Anadolu'da yapılmış bilinen en eski Lâle tasviridir.
Bugün Selçuklu seramiklerinin sergilendiği bir müze olan Karatay Medresesi'nin pencerelerini içeriden Çevreleyen Çinilerde de benzer motifler görülür.
Selçuklu saray bahçelerinde Lalezarlar bulunduğu ise İbn Bibinin Kubadâbad Sarayı hakkındaki bir tasvirinden anlaşılmaktadır. İbn Bibi Beyşehir Gölü kıyısında Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılmış olan bu muhteşem sarayın bahçelerinden şöyle söz etmektedir:"Cennet gibi güzel bir dağ eteği. Yoksa gök oranın toprağına amber mi saçmış? Yer yeşillikten firuze renginde Lâleden üzerinde Sanki kan lekeleri serpilmiş.
Lâlezar, Lâle bahçeleri ve Lâle tarlalarına verilen isimdi. Lâle bahçesi olanlara ise Lâlezârî denirdi.
Selçuklu İmparatorluğu’nun Anadolu'da yayılması ve yapılanmasında Beylikler Devrine kadar giden süreçte Lâle açısından en önemli yenilik, Mevlâna Celâleddin Rumî'nin Konya'ya gelip yerleşmesiydi. O'nun tasavvuf düşüncesini Anadolu'ya yayması ile parlayan ışık dalga dalga yayıldı. Lâle Hz. Mevlana'nın şiirlerinde kullandığı bir temaydı.
16. yy 'a kadar yabani haliyle Anadolu'da yetişen ve bahçelerde yetiştirilmeye başlanan Lâle 15. yy' da Necati Bey'in bir gazelinde şöyle karşımıza Çıkar:
"lâle-hadler yine gülşende neler etmediler Servi yürütmediler, gonca söyletmediler Taşradan geldi Çemen sah... biçare durur Devr-i gül sohbetine Lâleyi iletmediler. "
Şair, taşralı oluşunu ve sohbetlere hâlâ alınmadığını bu mısralarıyla ifade etmiştir.
Taşralı olduğu için muhatap alınmayan lâle, yükselişe geçişiyle, üstüne yüklenen tasavvufi anlamla birlikte, sanatın her alanında kendisine yer buldu. Öyle ki, Kanuni Sultan Süleyman "Lale" redifli bir gazel yazarak, sevgilisinin yanağını lâle ile karşılaştırma noktasına kadar varmıştır.
"Yanağı rengi mi yeğ, yoksa lâle"
Lâle sevgisi ile bilinen ilk padişah Kanunî Sultan Süleyman değildi. Avni mahlasıyla şiirler yazan Fatih Sultan Mehmet de lâle temasını şiirlerinde işleyen padişahlarımızdandır.
"Sâkiyâ mey sun ki lâlezar elden gider Erisür fazl-ı hazan vakt-i bahar elden gider"
Zamanla lâle İstanbul ile, İstanbul lâle ile özdeşleşmişti. Anavatanı İstanbul olan "Lâle-i Rumî" adlı lâle türü, İstanbul lâlesi, Osmanlı lâlesi gibi adlarla tanınmıştı.
Kanuni Sultan Süleyman'ın, padişahlığı zamanında, Kırım'ın güneyinden, Kefe'den getirttiği 300,000 adet lâle soğanının Türk lâlesinin kökenini oluşturduğu düşünülmektedir.
1520–1566 tarihleri arasında padişahlık yapan Kanunî Sultan Süleyman devrinde lâlenin Çokça ekildiğini, yetiştirildiğini ve Kefe'den lâle soğanlarının getirildiğini bilmekteyiz.
Bahçeler için yapılan harcamaları içeren 933/1526–27 tarihli defterde, Saray-ı Amire, yani Topkapı Sarayı hasbahçeleri için Kefe'den Kefe Lâlesi Çiçeklerinin satın alındığı belirtilmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman'ın padişahlığı döneminde (1520–1566) İstanbul'a elçi olarak gelen Busbecq, Lâle soğanlarını Hollanda'ya götüren kişi olarak kabul edilmektedir.
Busbecq'in İstanbul'a geldiği tarih 1554 yılıdır. Bu da gösteriyor ki Osmanlı'da Lâle tarlaları varken ve yeni Lâle türleri yetiştirilirken, Avrupa'da Hollanda dahil. Lâle bilinmiyordu.
Bu dönemin en ünlü lâle yetiştiricilerinden biri Şeyhülislâm Ebussuud Efendi'dir. Büyük Şeyhülislâm'ın sahib-i tohum bir Çiçeksever olduğu bilinmektedir. Yetiştirdiği ilk İstanbul lâlesine nur-i adn (adn cennetinin nuru) ismini verdiğini biliyoruz.
"Meclis-i Şukufe": Lâle yetiştiriciliği sadece saraya mahsus değildi. Vezirler, paşalar, şairler Lale yetiştirmekte ve yeni geliştirdikleri Lâlelere kendi belirledikleri isimleri vermekteydiler. Çiçek meclisi; Lâle ve Çiçek yetiştiricilerinin Çiçeklerine verdikleri isimleri onaylayan merkezi bir kurumdu.
Meclis-i Sukufe'nin görevi, incelenmek üzere gönderilen Çiçekleri; renkleri, yapraklan ve benzerleri arasındaki yeri açısından değerlendirmek, varsa kusurlarını göstermekti. Her biri tanınmış bir Çiçek üstadı olan üyeler, Solakzade başkanlığında sık sık toplanırlardı. Özellikle yeni elde edilmiş Çiçek türlerini inceleyerek tartışır, görüş alışverişinde bulunurlardı.
Berkleri, yani yapraklan gereğinden uzun olan lâleler makbul sayılmazdı. Çiçek halinde karınlı olması da önemli bir kusur sayılır ve bu kusura "küpleme" denirdi.
Meclis-i Sukufe eğer yeni yetiştirilmiş bir lâleyi kusursuz bulursa, artık o lâle "ser-sise-i meclis ve kibar" sayılır ve tumturaklı bir isme hak kazanırdı. Böyle yüzlerce lâleye akla hayale gelmedik isimler verilmişti. Berk-i Rana, Dürr-î Yekta, Feyzi Seher, Gül-i Ruhsar, Sim-endam, Nev-peyda, Necm-Î İkbal, Nahl-ı Erguvan, Nihal-Î Gülsen, Aşub-ı Cihan, Ahter-i Bahar, Reşk-i Elmas, Revank-bahs, Saye-i Hüma, Ruy-i Mahbüb... vs. bu isimlerden bazılarıydı.
Bütün bu anlattıklarımız, Lâle Devri'nin III. Ahmed zamanından en az elli yıl önce başladığını göstermektedir. Özellikle IV. Mehmed devri Çiçek ve ÇiÇekçilik tarihimiz bakımından Çok önemlidir. Kanuni devrinde, İstanbul'dan Avrupa'ya giden Lâle soğanları, bu devirde, Lâle-i Frengi olarak Türkiye'ye dönmeye başlamıştır.
IV. Mehmed avlanmayı sevdiği kadar güzel yapılara, bahçelere, Çiçeklere ve özellikle lâleye tutkun bir hükümdardı. Zamanının Çoğunu Edirne'de geçiren "avcı" padişah, meyvecilik ve ÇiÇekçiliğe önem verilmesini emreden fermanlar Çıkarmıştı. Başta kendi sarayı olmak üzere, Edirne'deki bütün bahçelerle yakından ilgilenmişti. Hibri Abdurrahman Çelebi, IV. Mehmed devrinde Edirne'de 450 bahçenin bulunduğunu yazmıştır.
Lale’ye verilen önem yüzyıllar boyunca inişli Çıkışlı devam etmişse de, bir devre adını veren özelliğini III. Ahmed devrinde kazanmıştır. Ama "Lâle Devri" öncesinde Lâle'nin Avrupa'daki macerasına da değinmemek olmaz...
Avrupa'da Lâle Çılgınlığı
Avrupalı yazarlar ilk dönemlerde lâleyi tanımadıklarından, bu Çiçeği bir Çeşit zambak (Lilium) olarak kabul etmiş ve bu düşünüşe göre isimlendirme yapmışlardır.
Lâleyi adlandırmak üzere Pierre Belon "Lils rotıges" (Kırmızı zambak), C. Clusius "Lilionarcissus"(Nergis zambağı), P. de Tournefort "Lis de Byzance" (Bizans zambağı), A. Toderini ise "Lys sanguins"(Kan renkli zambak) ismini kullanmışlardır.
Lâle hakkında bilgi veren ilk Avrupalı yazarlar, tarih sırasıyla. P. Relon. G. Busbecq ve A. Galland olmuştur.
P. Belon bir Fransız hekimidir. 1 546 yılında Yakındoğu ülkelerine bir araştırma gezisi yapmış ve bir süre de İstanbul'da kalmıştır. Hatıratında lâleyi "Lils roııges"(Kırmızı zambak) ismiyle anlatmakta ve birçok yabancının, Çiçek soğanları almak için, gemilerle İstanbul'a geldiğini kaydetmektedir.
Lâlenin Türkiye'den Avrupa'ya hangi tarihte götürüldüğü kesin olarak bilinmemektedir. Avusturya-Macaristan İmparatorunun Sultan Süleyman nezdindeki büyükelçisi O. Ghiselîn Busbecq'in İstanbul'dan Avrupa'ya götürdüğü bitkiler arasında lâle soğanlarının da bulunduğu sanılmaktadır. Busbecq, hayatında ilk defa karşılaştığı bir Çiçeğin (lâle) Edirne ile İstanbul arasındaki yolun kenarındaki tarlalarda yetiştirildiğini, 1554 ilkbaharında bu yoldan geçerken bu Çiçeği gördüğünü hatıratında kaydetmektedir.
Aynı yoldan 1673 yılında geçen Fransız elçilik memuru A. Galland da, 15 Mayıs 1673 Pazartesi günü, Lüleburgaz civarında lâle tarlaları gördüğünü hatıratında belirtmektedir.
Alman elçisi olmakla beraber Hollanda'yı da temsil eden Busbecq, 1554 yılında geldiği İstanbul'dan Avusturya'da yasaya dostu Carolus Clusius'a Lâle soğanları göndermiş, kendisi de ülkesine dönerken Çeşitli bitki tohumları, sümbül ve Lâle soğanları götürmüştü.
Leiden Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde hocalık yapan bu kişi Lâle soğanlarını da buraya taşıdı. 20 bin nüfusla bu şehir Lâle'nin de üreme ve gelişme yeri oldu. Clusius, Lâle'leri 34 grup olarak tasnif etti ve Avrupa'da ilk Türk lâleleri, Clusius’un hala korunan botanik bahçesinde boy verdi. Ancak, İstanbul'dan diğer Avrupa ülkelerine de Çeşidi yollarla Lâk soğanları gönderilmiş olmalıdır. Beneluks Ülkeleri'nde 1570'lerde görülen lâle, İstanbul'da yaşayan bir Türk saat tüccarından Belçikalı bir meslektaşına hediye olarak gönderilmiştir.
Busbecq lâleden "tulipan" diye söz ediyordu. Bazı araştırmacılar, onun gördüğü lâlenin "tülbent lâlesi "adında bir Osmanlı lâlesi olduğu, dolayısıyla Avrupa dillerindeki "tulip" ve “tulipa” kelimelerinin bu "tülbent" kelimesinden türediği görüşündedirler. Ancak Osmanlı kaynaklarında "tülbent" adında bir lâleden hiç söz edilmemiştir.
Turhan Baytop, lâleleri göstererek "Bu nedir?"diye soran Busbecq'in, basındaki sargıyı sorduğunu zanneden tercümanından "tülbent" cevabını alabileceğini söylemektedir. Yani Busbecq ile tercümanı arasındaki bir anlaşmazlığın Avrupa dillerine yeni bir kelime kazandığını düşünmektedir. Kim bilir, belki de tercüman, sarığına bir lâle iliştirdiği için, adı sorulan şeyin tülbent olduğunu zannetmişti.
1600–1670 yılları arası Hollanda'nın "altın Çağ'ı olarak kabul edilir. Doğu Hint Adaları ile yapılan baharat ticareti, bu ülkeyi olağanüstü denecek ölçüde zenginleştirmişti. Amsterdam'lı tüccarlar servetlerini muhteşem evlere, tablolara ve gösterişli bahçelere harcıyorlardı. Daha da önemlisi Doğu'nun büyüsünü taşıyan Lâle ise artık zenginliğin ve prestijin sembolüydü. 1636 yılında, Lâle soğanı fiyatları inanılmaz boyutlara ulaşarak, Hollanda'nın neredeyse yegâne ihraç meta haline geldi. Birçok ülkeye, hatta Lâlenin geldiği yer olan Osmanlı ülkesine, lâle soğanı ihraç ediliyordu.
Lâle merakı Hollanda'da giderek bir Çılgınlık halini aldı. Öyle ki, zengin bir adamın Lâle koleksiyonuna sahip olmaması, zevksizliğinin belirtisi olarak görülüyordu. Tek Lâle soğanına bütün servetini yatıranlar vardı.
"Tulipomanie" yani "lâle Çılgınlığı "bütün topluma bulaşan bir hastalık gibi sarmıştı. Lâle katalogları da bu devirde ortay Çıktı. Aslında lâle soğanının dış görünüşüyle, ödenen büyük paralar arasında muazzam bir Çelişki vardı. Bunun için tüccarlar ve spekülatörler, bu soğanların açılmış hallerini ressamlara Çizdirerek lâle katalogları düzenlemeye başladılar. Böylece lâle ressamları ortaya Çıktı. Çoğu Leidenli olan bu ressamlar arasında Rembrant'ın hocası Jacop ve Svvanenburch gibi ünlüler vardı. Rembrant ve Frans Hals'm da aralarında bulunduğu birçok ünlü ressam "tuiîpomanie" devrinde yaşadı.
III. Ahmed devrinde hak ettiği değeri tekrar bulan lâle, her alanda belirleyici, niteleyici öge olmuştur. III. Ahmed'in 12 yıllık padişahlık süresini "Lâk Devri" olarak anılması, günümüzde sefahat devri olarak algılansa da, aslında Osmanlı'nın bilimde, sanatta, edebiyatta mini bir rönesans yaşadığı devirdir.
Sarayın lâle bahçelerinde helva sohbetleri, kaplumbağalar üzerine mum yakılarak yapılan seyîrlerîyle anılan "Lâle Devri", aslında Osmanlı İmparatorluğu'ndaki aydınlanma devrinin de başlangıcıdır. İbrahim Müteferrikanın kurduğu ilk matbaa, ilk itfaiye teşkilatı, Kütahya Çiniciliğini yaşatmak için kurulan Çini fabrikası, ilk tercüme kurulunun kurulması hep bu devre tekabül eder.
Kağıthane'de muhteşem Lâle bahçeleri vücuda getirilmiş bu bahçelerin ünü Avrupa basınında yer alıp, konuşulur olmuştu Yirmisekiz Çelebi'nin Avrupa dönüşü yazdığı Sefaretname'si devrin bahçe kültürünün de şekillenmesini sağlamıştır.
Türk toplumunun Batılılaşmasının temellerinin atıldığı bu devirde, Türklerin dünyaya dönük bir bilinç ve akılcı kafa yapısı ortaya Çıkmıştır. loncaların ve savaşlar geçiren kurumların etkisi, tüccarların etkisi, İran seferinin gecikmesi ve iptali. Patrona Halil İsyanına varan bir süreçte Lâle Devrî'nin de sonunu hazırlamıştır.
İstanbul'la özdeş, adı İstanbul'la anılan "İstanbul Lâlesi" Lâle tarihinde. Lâle yetiştiriciliğinde ve stilize Lâle motiflerinde belirleyici bir öge olmuştur. Yakın tarihimizde Lâle yetiştiriciliği ve İstanbul'a mâl edilme Çalışmaları yeniden başlamıştı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sn. Başkanımız Kadir Topbaş'la bir festivale de kavuşmuştur. İstanbul Lâlesi tekrar hedefim olmuştur.
İstanbul Lâlesi
Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1495–1566) yabani lâle türlerinin ve Anadolu'dan gelen lâle soğanlarının melezleme yoluyla elde edilmesi, lâlenin gelişimini, Osmanlı'ya has bir tarzın oluşması sağlanmıştır. Lâle-i Rumi yani İstanbul Lâle veya Osmanlı Lâlesi ismi ortaya Çıkmıştır.
Avrupa'da yetişen Hollanda lâlesinden farklı olan İstanbul lâlesi, şekil olarak pek Çok el yazması eserde anlatılmıştır. Lâleyi anlatan bölümler; Berk, Bîrûn, Tığ, Rişte, Tohum hanesi, Fitil gibi kelimelerle şekillendirilmiş ve tariflenmiştir.
Görüntüsü itibariyle İstanbul lâlesi ince, uzun, genelde hançer tipli yapraktan oluşmuş, uçları ok şeklinde sivri ve ince olan bir lâledir. Lâlenin sivri uç yapraklarından aşağıya doğru inildikçe bel kısmı incelir, daha sonra kalınlaşır ve dalla birleşeceği yere kadar tekrar incelir. Renkleri kırmızı, narÇiçeği, sarı hâkimiyetindedir.
Ali Emiri Efendi Kütüphanesi No 164'te kayıtlı Defter-i lâkıar-ı istanbul (1138/1726) adlı el yazmasında "Vala-şan" ismiyle kayıdı lâle Çeşidi için, "Rengi, narÇiçeğine mail aldır. Yapraklan bâdâmî birbirine müsavi, ince ve ser-tiz olup, tığlan sülsâni tığdır. Bün nebatî ve haciren dâhi perverde nebati. Fitilleri sarı. tohum hanesinden yüksek, sineleri nebatî, letafet, nezâket ve Kavâîd-i hüsn ü behcet üzredir. 'Alî-san'a muadil olmakla Vâlâ-san tesmiye olunmuştur, "seklinde geniş bir açıklama bulun
Damat İbrahim Paşa dönemi ser-şukufecilerinden Şeyh Mehmed lâlezâri, Mizanül-Ezhâr (Çiçeklerin Terazisi) isimli eserin ilk bölümünde, bir lâle Çeşidinin değerli olabilmesi için gerekli 20 özelliği (ecsâf-ı müstahsene) saymıştır. Bu eser Von Diez tarafından Almancaya Çevrilerek yayınlanmıştır.( 1815)
İstanbul Lâlesi'nin elde edilişi hakkında M.H. Hoog, petallerinin ucu sivri olmasından dolayı, Kırım bölgesi steplerinde yetişen Kefe lâlesi denilen Tulipa Schrenkii Reyel türünden elde edilmiş olduğunu düşünmektedir.
Kanuni devrinde yazılan bir fermanda, Kefe'den 300 bin lâle soğanı istenmiş olması, C. Clusius ve Evliya Çelebi'nin İstanbul'da Kefe lâlesi isminde bir Çeşidinin bulunduğunu yazması bu tezi doğrular gibidir.
Yok olmuş olan İstanbul Lâlesi' nin günümüzdeki günümüzdeki benzeri, Avrupa'da yetişen T. Acuminata Vahi isimli türdür.
1998 yılında, bir Fransa ziyaretimde, Paris şehri banliyösünde gördüğüm bir lâlezardaki İstanbul lâlesi bugün bile gözlerim önündedir. Tüm ısrarlarıma rağmen, sahibi bu lâle soğanından vermemişti. Beyaz renkteki bu lâle, aynen eski İstanbul lâleleri gibi, altı yapraklı, ince uzun, uçları sivri, beli ince ve dalla birleşen yeri yine konik uzun olup, yapraklar birbiri üstüne kapanır halde idi. Bu gördüğüm lâle, bende İstanbul Lâlesi'nin gerçekten tekrar canlanacağı hissini yarattı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait İstanbul Botanik Bahçesi'nde bu lâlenin yetiştirilmesi yönünde Çalışmalar olması da bu hissin kuvvetlendirdi.
Günümüzde de, İstanbul lâlesini yetiştiren ilk kişi, herhalde Osmanlı dönemindekiler gibi kitaplara geçecektir.
İstanbul lâlesinin tüm İstanbul'da boy göstereceği günlerin özlemiyle!
İnşaallah, ileride bu kitabı, bu satırları okuyanların şaşırıp, "hocanın bu notları yazdığı tarihte gerçekten İstanbul'da İstanbul lâlesi yok muymuş?" demeleri dileklerimizle...
Münevver ÜçER