Üye Kayıt
Üye Giriş
Şifremi Unuttum
Şifre kısmını unuttum yazarak giriş butonuna tıkladığınızda adresinize şifreniz gelecektir.
ÜYE OL
GİRİŞ
MENÜ
Güncel Tartışma Sanat Sanatkarlar Eğitim Yayınlar ve Koleksiyonlar Sanat Malzemeleri
 

HATTAT HASAN ÇELEBİ İLE SOHBET

Siteye ekleyen : Klasik Türk Sanatlar Vakfı / Personel


HATTAT HASAN ÇELEBİ İLE SOHBET

T. Azaklı: Hat sanatıyla buluşmanız, bu sanata başlamanız nasıl oldu? Biraz bahseder misiniz.

H. Çelebi: Bazı şeylerin izahı hem kolaydır hem zordur. “Kapının önünden geçiyordum. Gördüm hattatı girdim içeri.” Böyle hikayeler vardır.
Benim yıllardan hatta küçüklükten beri bu hususa olan sevgim, ilgim, aşkım bir yerde bu sanatla buluşturdu. Evvela Hamit Bey’le tanıştım. O meşguldü kabul edemedi. Halim Bey’le Çalıştık. Ancak o vefat edince tekrar Hamit Bey’e geldim. O da vefat edene kadar O’ndan ayrılmadım. İstifade edebildiysem ondan istifade ettim.
Hamit Bey’den istifade etmek Çok zordu aslında. Çünkü kendisi böyle rahle-i tedristen geçmediği, zorluklarını görmediği için talebenin neler Çektiğini bilmez değil bilir ama, ilerlemiş yaşı, elinde bulunan meşguliyetleri bana fazla vakit ayırmasına mani oluyordu. Biran evvel dersimi alıp Çıkmamı beklerdi. Ben de götürür gösterirdim. Öyle devam ettik. Tabi ondan sonra kitaplar okuyarak, yazılara bakarak, Çalışanların bu hususta geçirmiş oldukları merhaleleri kulaktan kulağa duyarak vesaire bugünkü hale geldik hamdolsun. Bir şeyler yapabiliyorsak -ki henüz yaptığıma pek kanaatim gelmiyor- bu günkü durum bu.

T. Azaklı: Hamit ve Halim Hoca’dan ders aldım dediniz. Bunların dışında tanıştığınız, yetiştiğiniz sanatkârlar kimlerdir?


H. Çelebi: Halim ve Hamit Hoca dışında o sırada hayatta Kemal Batanay vardı. O’ndan da Ta’lik ve Rika’ Çalıştım. O gün mevcut olanlar onlardı. Onların dışında pek bu sanatla uğraşan meşhur kimseler yoktu. Mesela Recep Efendi vardı. Nur-ı Osmâniye Camii müezzini. O Beşiktaş’lı Nûrî (Korman) Efendi’den Çalışmış. Ama Çok ileri derecede değildi. Ben bu işe başladığım zaman Recep Efendi hem ileri yaşta hem de yazanların arasında görünüyordu. Allah rahmet eylesin. Tanıdıklarım bunlar. Onun dışında bu işi seven heveslenen insanlar vardı. Onlarla da görüştük tanıştık. Tabi onlar bu işle uzun uzadıya zamanında meşgul olmuşlar. Sonradan bu işi bırakmışlar. Çünkü bu harf inkılabı birçok insanın bu husustaki hayatını sona erdirdi. 1928’de harf inkılabı olunca Bâb-ı Âli’de 350 Hattat dükkan kapatıyor. Akşamdan kanun Çıkıyor. Ertesi gün herkes tabelasını indirmek mecburiyetinde kalıyor. Onlar da artık sağda solda rızıklarını arıyor. Her birisi bir işe giriyor. Bir kısmı matbaacılık yapıyor. Halim Bey Topkapı dışında bağcılık yapmıştır. Bugün bağının yarısı duruyor. Orada üzüm yetiştirirdi. Sonra Güzel Sanatlar Fakültesi’nde –ki o zaman akademi- bir müddet ders vererek yaşadı. Yaş haddinden emekli oldu. Daha sonra da evinde dersler veriyordu. Ben de oraya üç-dört ay devam ettim. Ama bir kaza neticesi malum -Allah rahmet eylesin- göçünce biz yine Hamit Bey’e döndük.
Tabi o günün şartlarında bir mesleğin tanınması kolay olmuyordu. Halk bilmiyor. Adeta sönüp gitmesi bekleniyor. Bu fakir bunları tattı. Birçokları bana “Bu bitmiş işle niye uğraşıyorsun” dedi. “Kanun gelmiş yasaklanmış, millet bunu terk etmiş. Modası geçmiş, artık bunla uğraşma” dediler. Bilmiyorum. İçimden gelen bir sevgi bir hevesti. Hat sanatına olan hususi sevgimin dışında, herhangi maddi manevî bir beklentim yok idi. “Biri benden bir şey ister, para kazanır, geçinirim” diye; bunların hiçbirisi aklımın köşesinden dahi geçmedi. 1976 senesinde talebelere ders vermeye başlamıştım. Hoca 82’de vefat etti. Ama o zaman bile, talebelere ders verirken onlar öğrensin diye değil ben öğreneyim diye ders veriyordum.


T. Azaklı: Bildiğimiz kadarıyla sizler bu sanatları öğrenebilmek için epey Çile Çekip zorlu yollardan geçmişsiniz. Günümüzde öğrenmek isteyenler için büyük kolaylıklar var, öğrenmek isteyen de Çok. Sanatlarımızın giderek yaygınlaşmasını ve ilginin artmasını neye bağlıyorsunuz?

H. Çelebi: Ecdadın tecrübeleriyle oluşan bazı şeyler var. Bunlar artık kanun gibi olmuş. Mesela bir cümle herşeyi ifade ediyor: Diyorlar ya “Marifet iltifata tabidir. Müşterisiz metâ zâyidir.” Yani bir mal ki müşterisi yoktur, zâyi olur gider. Bu da onun gibidir. Halkın iltifat etmesi bu sanatı geliştirdi. İki kere iki dört. Bugün bakın ders veren atölyeleri sayacak olursanız, İstanbul’da bildiğim kadarıyla on tane arkadaşımız var. Belki daha da fazladır. Ben tek başıma başlamıştım. Bugün nereden baksanız on tane ders veren yer var. Bunların her biri de meşhur hattat. Her biri de Elhamdulillah geçimlerini temin ediyorlar. Yanlış anlamayın; niye kazanıyorlar geçiniyorlar manasında söylemiyorum, bu sanatın gelişmesinin neye bağlı olduğunu anlatmak için söylüyorum. Eğer bunlara kimse iltifat etmeseydi, böyle gelişebilir miydi? Niye başka yerde olmuyor da İstanbul’da oluyor? Ankara’da veya diğer şehirlerde niye yok? Çünkü henüz oralar bu hususta Çorak. Aynı şey yurt dışı için de geçerli, İslam ülkelerinin bir kısmında da yok. Çünkü o coğrafyalarda henüz yapılan eseri alıp sanatçıyı taltif etmek adet olmamış. Hamdolsun İstanbul bu hususta büyük bir nimet. Gençler de bunlara iltifat ediyorlar. Cemiyetimiz de gençlerin emeklerini zayi etmiyor.
Ancak bugün henüz bu sanat eserlerinin kaliteli ve kalitesiz olanı karışık durumda. Ama gün be gün yavaş yavaş saflaşıyor. Artık iyi eserle kötü eser arasında fark berraklaşıyor. Bu sadece hat için değil bütün sanatlar için geçerlidir. Mesela Osmanlı’nın son döneminde Sami Efendi’lerin zamanındaki hattatları düşündüğün zaman onlardan üç-beş tanesi zirveye yükselmiş. Bunlar hatırlanır. Bunların eserlerine bakılır. Fakat o dönemde binlerce insan bu işi yapıyordu. O zaman herkes Sâmi Efendi’nin eserlerini arıyordu. Bugün elhamdülillah bu hale geldik ki artık bu sanat yavaş yavaş zirveye yükseliyor. Gençler de maşallah bu işe sahip Çıkıyor. Nerede olursa olsun insanlardan birisi buna hizmet edecek. Cenâb-ı Hakk buyuruyor. “Biz Kur’an’ı indirdik. O’nun muhafızı biziz.” diyor.

T. Azaklı: Hocam konu açılmışken sorayım. İnsanların kullandığı birçok Çeşit yazı var. Bunların içinde İslamî yazıyı başlı başına büyük bir sanat seviyesine yükselten etkenler nelerdir? Bunlardan bahseder misiniz?


H. Çelebi: Bu hususta birçok te’viller var. İlahi oluşu diyelim ama bu konuyu uzun uzadıya konuşmak lazım. Kur’an nazil olduğu zaman dünya üzerinde yazı hiç yok değil, var. Kabîleler arasındaki alışverişten neşet etti gelişti ve bugünkü halini aldı. Kur’an yazıldı. Kur’an ayet ayet Hz. Peygamber’e gelmiştir. Ve yazılarak zaptedilmiştir. Ama Tevrat dört levha halinde Musa (a.s)’a Tur-ı Sîna’da verilmiştir. Tevrat dünyaya Allah tarafından yazılı levha olarak gönderilen bir kitaptır. Öbürleri gibi değildir. Yazısı mevcut iken bugüne kadar hiçbir kişi Tevrat’ın yazısını öğrenip de onunla Kur’an’ı yazmaya nedense heveslenmemiş. Dolayısıyla İbraniceyle yazılmış bir ayet bulma imkanı yok. Cenab-ı Hakk buyuruyor: “Öyle denizler var ki Cenab-ı Hakk’ın kudretindendir. Tatlı suyla tuzlu su karışmıyor.” Arada bir mani var. Bu meselede aynı böyle Cenab-ı Hak bunu muhafaza etmiş. Kendine ait bir yazıyla yazılmış ve bugünkü hale gelmiş. İnşallah bundan sonra da devam eder.
T. Azaklı: Tarihimizde birbirinden kıymetli birçok hattat gelip geçmiş. Bunlar içinde, özellikle Sülüs yazıda, beğendiğiniz üstadlar kimlerdir?

H. Çelebi: Hattatlar arasında ayrım yapmak benim haddime değil. Ama tabii ki bazılarının elinden Çıkan o güzellikler bizleri cezbediyor. Mesela bunlar içerisinde birçok yazılarını gördüğüm Abdullah Zühdî’yi hatırlamadan edemem. Mukaddes beldelerde Çok yazılar yazmış. Medine’de Ravza’da öyle yazıları var ki bugün şu harfin şurası şöyle olmalıydı diyebilecek kimse yok. Oysaki o genç yaşta, 28 ila 33 yaşları arasındaki müddette yazmış olduğu yazılar, halbuki o henüz ibtidai olgunlaşmaya başladığı Çağdır. Olgunlaşmış dönemi değildir. Fakat Cenâb-ı Hakk ona öyle bir kudret vermiş ki baktıkça bakıyorsun, usanmıyorsun. Yazılar o kadar güzel.
Bunun yanında bilhassa İstanbul’da bugün bu sanata hizmet gayesiyle ortaya Çıkanların hepsinin gönlünde bir Râkım ekolü yatar. Aslında Râkım’dan başka birçok hattat vardır ama herkes Râkım’a yetişmeye uğraşmıştır lakin kimse O’na yetişememiştir. El’an bugün tâdât edilse Râkım’dan sonra gelenlerin yazmış olduğu yazılardan Râkım ayarında olanları mevcuttur. Fakat yine Râkım hepsinin önündedir. O’nun yazılarındaki letafet ve halavet, elindeki düzgünlük inkar edilemez. Biz de hep istiyoruz ki O’nun gibi yazalım. Ama heyhat! İnşallah Cenâb-ı Hakk nasip eder.

T. Azaklı: İnşallah Hocam. Mustafa Râkım gibi, Şeyh Hamidullah gibi, tarihte Çığır açan ekol olan hattatlarımız var. Bir hattatı ekol haline getiren etkenler sizce nelerdir?

H. Çelebi: Bir hattatın ekol haline gelmesi, mevcut olan klasik tarzı aşmasıdır. Mevcut olanı bir parça daha geçmesiyle mümkün olur. Her insanın eli değişik eser Çıkarır. Her ne kadar Râkım’a, Sâmi’ye, Şevki’ye benzetmek istesen de, benzer ama aynısı olmaz. O da yazanın elindeki nüans farkıdır, güzellik itibariyle ona yakındır. Şevki, Şefik, Kazasker, hepsi bir arada olup aynı zamanda üslup sahibidirler. Hepsi maşallah üstadlar. Bugün de yazanlar fazla ama hepsi yetişme döneminde. Zamanımızda henüz böyle ekol olabilecek zamana henüz gelmedik. Çünkü bir duraklama devresi geçirdik. Onu atlatıp da biraz daha ilerlemeliyiz ki bakalım nasıl bir ekol Çıkacak. O ekolün Çıkması için de o şartların oluşması lazım.

T. Azaklı: Her sahada başarılı olmuş diyebileceğiniz bir hattat var mı?

H. Çelebi: Çok az. Çünkü İbnülemin’in Son Hattatlar’ına baktığımız zaman Şeş Kalem yazan Çok az kişi var. Yazanların da Çoğu ihtiyaçtan yazmış. Bunların mutlaka 1-2 kalemi iyi yazılmamış, ihmal edilmiştir. Hepsini aynı seviye ve düzgünlükte yazma imkanı pek yoktur. Bugün biz de aynı şeyleri yapıyoruz. Yaptığımız bir iki dalda ihtisaslaşmak. Öbürleri ise ihtiyaçtandır. Mesela ben Kemal Batanay’dan ta’lik meşkettim, ama pek yazamıyorum. Bugün hat severlerden o hususta pek rağbet yok. Ama bazen oluyor mesela bir mezar taşı yazılacak vs gibi tabii gayret ediyorum yazıyorum. Ama sonradan ben de beğenmiyorum. Mümaresem yok devam etmiyorum ki. Nesih yazıyorum, ertesi gün sülüse geçtiğim zaman acemilik Çekiyorum, yetişmiyor. İnsan hayatı buna kâfi gelmiyor.
Ama mesela Halim Bey maşallah velut bir hattattı, cesurdu. Çok seri yazardı. Bütün hatları yazıyordu. Hamit Bey ona keza o da yazıyordu. 17-18 sene ondan başka kimse yoktu. Yurt içinde de yurt dışında da yoktu. Herkes Hamit Bey’in yazdıklarına talipti. Hamit Bey’in de zaten fevkalade bir kabiliyeti vardı. Hatta onun bende bir defteri vardır. Değme ressamın yapamayacağı karakalem resimler yapmıştır. Düşünsenize mesela ta’lik yazıyı Yesarî’nin bir yaprak meşkinden öğrenmiş. Daima başucunda asılıydı. Fotoğraftı, aslı değildi. “Ta’likte benim hocam budur,” derdi. Eline kalemi aldımı istediği yazıyı yazabilir durumdaydı hoca, Allah rahmet eylesin.

T. Azaklı: Hocam hat sanatında bazı üsluplar var. Bundan sonra yeni üslupların doğması mümkün müdür? Bu bağlamda yeni denemeler hakkında görüşünüz nedir?


H. Çelebi: Bu Çok soruluyor. Araplar da bunu istiyor, uğraşıyorlar. Çünkü klasik tarzda yazmak pek kolay değil. Hele Araplarda sabır arama. Onun için de bugüne kadar tanınmış yetişmiş, zirveye yükselmiş bir sanatkârları maalesef şu ana kadar yok. Bana da soruyorlar ben de onlara Hamit Bey’in başına gelen bir hadiseyle cevap veriyorum. Hadise şu: Hoca, Paşabahçe’de şişe cam fabrikasına giderdi. Haftada iki gün öğleden sonra orada tabakların üzerine yazılar yazardı. Oradakiler de yazıyı tabaklara basardı. Çok kıymetlidir onlar. 60 ihtilalinden sonra oraya bir binbaşı tayin etmişler. Her şeyin başına asker gelince tabii oraya da gelmiş. O’da müessesede gezerken görüyor, bir ihtiyar orada bir şeyler yapıyor. 3. hafta sonunda merak edip sormuş. Demişler ki efendim eski yazıları yazıyor. Bu zat gidip hocaya diyor ki “Bu eski yazıyla yazmasan, Latin harflerle yazsan olmaz mı?”, hoca “olur” demiş. Bu arada rahmetli yeni harfleri de güzel yazardı. “Otur şuraya dedim” diyor. Alıyor eline kalemi, ismin ne diye soruyor. Yazıp veriyor. Binbaşı susuyor. Sonra diyor ki: “ Bu yazı da diğeri gibi tarihi kıymet ifade eder mi, olur mu?” Hoca belki olur diyor. “Bu yazının bin yıllık bir mazisi var. O da bin yıl dayanabilirse olur” diyor.
Şimdi bugün yeni arayışlardan da belki itibar görür tutulur da gelişirse o da olur. Yoksa bugün 2500 tane yazı Çeşidi var. Bunlardan hiçbiri de Hüsn-i Hat değil. Bu adı tek alan odur. Bunların içinde her kabilenin her devletin, milletin ayrı ayrı yazıları var. Bunların içinden bir tane daha seçilip Çıkmamış. Ama hüsn-i hatta ilahi bir şey var. Şayet yeni denemelerde ilerde tutar da yeni türler Çıkarsa ona da diyecek bir şeyimiz yok.
T. Azaklı: Hocam klasik hatta is mürekkebi kullanılıyor. Hat sanatında farklı renk ve içerikli mürekkkeplerin kullanılmasını nasıl buluyorsunuz?


H. Çelebi: Şimdi renkli mürekkebin kullanılmasına biraz şüpheyle bakıyorum. Sebebi şudur. Bugüne kadar olanların tecrübesi var. Siyah is mürekkebi kullanmışlardır. Siyah yandığı için, ateşten geçtiği için, ateşin yaktığını güneş solduramıyor. Ya güneşte yanacak ya ateşte. Renkli yapılan mürekkepler güneşte soluyor. Bunlar ateşte yakılıp ondan sonra kullanılırsa belki olur. Yoksa emeğe yazık olur. O bakımdan renkli mürekkeplerin kullanılmasına şüpheyle yaklaşıyorum. Bugün Çıkan mürekkeplerin bazısına 100 sene ömür veriyorlar. Bilemiyorum. O hususta pek bilgim yok. Bilenlerin tetkik edip bu hususta araştırma yapıp netice Çıkarması lazım.
T. Azaklı: Hocam genel bir soru sormak istiyorum. İslam’ın estetik ve sanata bakışından ve ilişkisinden bahseder misiniz. Bu bağlamda sanatın gayesi nedir?


H. Çelebi: İslam güzel olanı arar. İslam baştan aşağı kadar güzelliktir, temizliktir, nezafettir. Her şeyin düzgün, temiz tertipli olmasını ister. Hat Osmanlı’dan önce de var idi. Ama bir okuma aracı olarak. Osmanlı’ya gelince hem vasıta olmuş, hem hizmet ettiği noktada güzelliğini muhafaza etmiş. Bu noktada gene bir misalle konuyu anlatmak istiyorum. Herkesin arabası vardır ama cumhurbaşkanının arabası daha bir güzeldir. “ Şerafü’l-mekân bi’l mekîn.” Manası “Bir yerin şerefi onun içinde oturanladır.” Yani yazı her yerde var. Ama o yazı İslam’a hizmet ediyor. Onun için Osmanlı bunun en güzel şekilde, en iyi şekilde olmasını istemiş. Ondan dolayı bir sanat değeri ortaya Çıkmış. Ben estetik kelimesini pek yerine oturtamıyorum. Bilemem ama ben bunu güzellik olarak alıyorum. İslam’a hizmet olduğu için Osmanlı bunu bir ibadet şuuru içerisinde Kur’an’ın şerefiyle mütenasip olması bakımından en güzel şekilde ihdas etmiş ve bugünkü hale gelmiş.


T. Azaklı: Sanat eğitiminde sizce hoca talebe ilişkisi nasıl olmalıdır?


H. Çelebi: Talebelerin yetişmesi için bu sanat kalfa-Çırak, yani medrese usulüyle devam eder. Bu muhakkak birebir hocadan meşk alarak, harfleri yazıp kontrol ettirerek olur. Tenkidini alacak, gidecek tekrar yazacak, böyle yetişir. Bunun başka Çaresi yok. İnternetle makineyle vesaire ile görürsün de kıl hesabıyla görmezsen yazamasın.
Bir de malzemenin iyisini kullanmak lazımdır. Kalemin sert, mürekkebin akıcı olması lazımdır. Kağıt hem yumuşak olacak, hem de mürekkebin suyundan mutazarrır olmayacak. Kağıt var ki mürekkeple yazarsın buruşur, arkasından Çıkar. Tashih edersin tashihe gelmez. Öyle kağıt kullanılmaz işte.
Kendisi de aç, yorgun, uykusuz halde yazamaz. Günde de 30 saat Çalışırsa hattat olur.

T. Azaklı: Son olarak bu sanatlarla ilgilenen yeni nesillere, vermek istediğiniz bir mesaj var mı?


H. Çelebi: Mallarına sahip Çıksınlar. Bu İslamî ve millî bir kültür değerimizdir. Bugüne kadar ecdat bunun bayraktarlığını yaptı. Bizlere devretti. Siz gençlere de bu düşüyor ki bu bayrağı yere düşürmeyin. Çünkü etrafta bu bayrağı kapıp götürmek isteyenler var. Onlar da olmasın mı olsun. Elimizdekilerden onları da istifade ettirin, öğretin. Bizim yaptığımız gibi, esirgemeyin haset etmeyin. Ama siz onlardan bir adım daha önde olmaya gayret edin, hakkını verin. Ne kadar versen de bir hissesi sende kalır. Senin verdiğinin yüzde yüzünü alma imkanı yok. Sen yüz verirsin. O ancak altmışını alır, kırkı yine sende kalır. Onun için siz iyi muhafaza edin. Bu şekilde bu işi sürdürün. Allah yardımcınız olsun.


T. Azaklı: Çok teşekkür ederiz hocam. Yorduk sizi. Nasihatleriniz başımızın tacıdır. Allah razı olsun.
H. Çelebi: Ben teşekkür ederim.

16.12.2009 Tuba Ruhengiz Azaklı

desendesign.com Her Hakkı Saklıdır rss ile takip edin