Üye Kayıt
Üye Giriş
Şifremi Unuttum
Şifre kısmını unuttum yazarak giriş butonuna tıkladığınızda adresinize şifreniz gelecektir.
ÜYE OL
GİRİŞ
MENÜ
Güncel Tartışma Sanat Sanatkarlar Eğitim Yayınlar ve Koleksiyonlar Sanat Malzemeleri
 

Prof. Dr. FATMA ÇİÇEK DERMAN’LA TEZHİP SANATI ÜZERİNE SOHBET

Siteye ekleyen : Klasik Türk Sanatlar Vakfı / Personel

Hocam; tezhip sanatıyla tanışmanız bu sanata gönül vermeniz, yarenliğiniz nasıl başladı? Bizlerle paylaşır mısınız?

Bu sanatı, 1962 yılında, lisenin son sınıfında öğrenciyken tanıdım. Dr.Süheyl Ünver (1898-1986) hocamın, Bayezid’deki İstanbul Üniversitesi merkez binasında bulunan Tıp Tarihi ve Deontoloji Enstitüsü’nde her cuma günü tezhip Çalışmaları yapılırdı. Mezuniyetime yakın bir tarihte, bu atölyenin öğrencisi olan ablam İnci Ayan, beni de beraberinde buraya getirdi. Enstitünün sanat dolu havası, Hocamın yakınlığı ve anlattıkları beni kendimden geçirmişti. Gördüğüm eserlere hayran kaldım ve bu sanatı öğrenmeye karar verdim.

Gelenekli Türk- İslam Sanatları size neler ifade ediyor?

Gelenekli Türk-İslam Sanatları millî benliğimizin işaretidir. Bizi biz yapan özellikleri taşıdığına inandığım bu sanatlar, mânevî zenginliğimizdir. Bu sanatlar, kökü gelenek, dalları gelecek olan bir ağaçtır. Kök, toprak altında kaldığı için görünmez ama görünen diğer kısımların yaşaması, o kökün canlı olmasına bağlıdır. Kökü kuruyan ağaç devrilmeye mahkûmdur.

Tezhip sizin için ne ifade ediyor?

Tezhip benim hayatıma mânâ katıyor. Ömrümü bu sanata hizmet için harcadım desem, yerinde olur. Şunu büyük bir keyifle söyleyebilirim, iyi ki harcamışım; zamanım dolu dolu geçiyor. Sanat, eğer severek uygulanırsa insana hayat veriyor; ama neticeye varmak istiyorsanız, sizin de ona karşılığını vermeniz icâb eder. Eski üstâdların “İğne ile kuyu kazmak” diye tâbir ettikleri tezhip, bir müddet sonra insana sabrı öğretiyor, herkesin göremediği, ayrıntılarda saklı olan güzellikleri görüp ortaya Çıkarmanızı sağlıyor. Zirvesi Çok dik ve ulaşılması Çetin görünen gelenekli sanatlarımızın buna değer olduğunu düşünüyorum. Herkesin tezhip gibi güzel bir hayat yaşamasını arzu ederim.

Kanaatimce sanat, insanın kemâle ermesi için bir araç olmalıdır. Hayatı; güzellikler meydana getirmekle geçen bir kimse, zamanla asıl sanatkâr olan Yaradan’ın sevgisini içinde hissederek bütün yaratılanları hoş görmeyi öğrenir. Tezhibde gaye, kendimizi bezeyebilmenin yanı sıra benliği yok etmektir. Kâğıt üzerinde tezhip yapmak Çok kolay; esas zor olan ahlâkı bezeyebilmek, huy ve davranışlarımızdaki aksaklıkları yok ederek bir tezhip güzelliğini bulabilmektir. Hocam Rikkat Hanım’ın bizlere sık sık; “Sanatınızı üstünüzde taşıyınız” demesindeki asıl sebep de budur. Rabbim bu noktaya varmayı bizlere nasip etsin.

Sizin anlayışınıza göre tezhip sanatının bir altın Çağı varmıdır? Varsa bu Çağ için hangi zaman dilimini gösterebilirsiniz.

Tarihi seyri içinde tezhip sanatı, gelişme ve ilerleme Çizgisini her zaman için yükselen bir seviyede tutamamış, değerlerini devamlı olarak koruyamamıştır. Bu sebeple sanatın inişli-Çıkışlı yolunda en ihtişamlı Çağ, XVI. yüzyıl kabul edilir. Sultan II. Bayezid (1481-1512) devrinden III. Murad ( 1574- 1595 ) devrinin sonuna kadar devam eden klasik dönem, tezhip sanatının altın Çağını ifade eder.

Tezhip sanatında kullanılan renklerin bir lisanı olduğunu düşünürsek, mesela mavi, yeşil, kırmızı ve diğer renkler size neyi Çağrıştırıyor. Bizimle paylaşmanız mümkün mü?

Renklerin de bir lisanı olduğunu, hele tezhip sanatında rengin Çok önemli bir yer işgal ettiğini hepimiz kabul ederiz. Esas malzeme olan altının yanında, ona Çok yakışan ve her devirde –tonu değişse de- severek kullanılan Bedahşî laciverdi, temel renklerin başında gelir. Sizin saydığınız mavi, yeşil ve kırmızı gibi renkler mutlaka terbiye edilerek, olgunlaştırılıp pişirildikten sonra kullanılmalıdır. Mesela bizim Çok beğenerek sevdiğimiz, limonküfü rengi vardır. Domates kırmızısı vardır. Bunlar birkaç rengin kâfi miktarda birbirine katılıp karıştırılmasıyla hazırlanırlar. Bedahşî laciverdi –diğer adıyla lapislazuli- dört rengin karışımıdır. Ben bu renklere “millî renklerimiz” diyorum.

Bir de müzehhiplerin renk zevkınin yüksek olması Çok mühimdir. Hangi rengi nerede, ne kadar ve hangi renklerle birlikte kullanacağını iyi bilmelidir. Eserinde renk dağılımına Çok dikkat etmelidir. Bilhassa birkaç rengin karışımıyla ortaya Çıkan boyaları, daha evvelden bol miktarda bulundurmalı ve bezemenin sonuna kadar yeniden boya hazırlamak zorunda kalınmamalıdır. Çünkü tezhip sanatında, bir eserin tamamında aynı tonun korunması Çok önemlidir. Dr.Süheyl Ünver Hocamız, derslerinde bizlere sık sık; “Tezhipte esas olan az renk kullanarak mükemmeli yakalamaktır” derdi. Ben de, az renk kullanarak eser bezemeyi daha Çok severim. Mavi rengin bütün tonlarını beğenirim. Hele firûze (türkuaz) rengine hayranım.

18 yy. Osmanlı İmparatorluğunun Batıya kapılarını açtığı dönemdir. Tabi ki bu açılım sanatda da kendisini gösterdi. Tarzlarda farklılıklar göründü. Sizce Türk tezyinâtı klasik kriterlerde mi kalmalı yahut da dönem dönem farklı tarzlar da sergilemeli midir?

Bence Türk tezyînatı, klasik kaidelerini koruyarak Çağa ayak uydurmalı ve yeni dönemlerde farklı tarzlar sergilemelidir. Orta Asya’dan itibaren Türk sanatı, Çeşitli sanat akımlarının tesirinde kalmış ve bu alış-veriş yeni motiflerin, yeni görüşlerin Türk tezhip sanatına katılmasını sağlanmıştır. Bu etkileşim, eğer millî potada eritilip yani Türk damgası vurulup sanata dahil edilirse, ilerlemeye, zenginleşmeye sebep olur ki arzu edilen netice de budur. Türk sanatında uzun yıllar bu sağlanmıştır. Meselâ, 1514’deki Çaldıran zaferinin neticesinde, Tebrîz, Herat ve Şîraz’dan – bir kısmı Türkmen asıllı- sanatkârlar ve son Tîmurlu şehzâdesi Bediüzzaman Mirzâ, zengin kitaplarıyla İstanbul’a getirtilmiştir. Saray Nakkaşhanesinde Acem Nakkaşları Bölüğü’nü oluşturan bu sanatkârlar, kendi sanat görüşleriyle burada buldukları sanat üslûblarını harmanlayarak yepyeni sanat akımlarının ortaya Çıkmasını sağlamış ve Türk tezhip sanatına hizmet etmişlerdir. Yine hepimizin Çok beğenerek uyguladığı Sazyolu üslûbu, Ağa Mîr’in öğrencisi Tebrizli Şahkulu tarafından Saray Nakkaşhanesi’nde yeni bir bezeme tarzı olarak ortaya Çıkmıştır. XVI. asrın ilk yarısında nakkaşhaneye giren bu büyük sanatkâr, hem uzun yıllar Osmanlı-Türk tezhip sanatına hizmet etmiş hem de pek Çok sanatkâr yanında Karamemi’yi yetiştirerek yerine bırakmıştır.

Alınan tesirler, eğer özümlenerek kabul edilirse netice muhteşem olur. Ama şuursuzca kopya edilirse, o zaman klasik kaidelerini kaybetmiş, milli özelliklerini yitirmiş bir halde karşımızda XVIII. asır tezhip sanatını buluruz. Bu asırda barok, rokoko üslûbları, önceleri tezhipde bir zenginlik gibi görünse de, zamanla önlenemez hâle gelmiş ve bezeme sanatımızdaki millî değerleri silip süpürmüştür.

Bu asır bezemelerinde, asimetrik vazolar, sepetler, saksılar, kurdeleler, perdeler ve fiyonklar bezeme unsuru olarak kullanılmaya başlanmıştır. Buna bir de gelenekde hiç olmayan gölgeli boyama, ışık –gölge oyunları ile hacim verme gayreti eklenince görüntü tamamen değişmiştir. Motif ve boyama tarzı yanında kullanılan mor, eflatun, leylak gibi canlı, parlak renkler de eklenince ortaya ne olduğu belirsiz bir melez bezeme Çıkmıştır.

“Sanatta Gelenek” kavramı, kimliğini asırlarca devam ettirebilmesi, değişirken bile kendisi olarak kalmayı bilmesi, yâni geleneğini koruyarak yenilenmesi fikrini ifade eder. Çünkü en sağlam sanatlar, köklü geleneğe sahip olanlardır. Bizde yenilik, “eski sıfatını taşıyan ne varsa hayatımızdan uzaklaştırmak” şeklinde anlaşılmıştır. Eğer tezyîni sanatlarda yaşanan bu “yenilik” zaman içinde şuurla hazmedilerek gerçekleştirilseydi, eminim ki, bezeme sanatımıza Çok daha fayda sağlayabilirdi.

Sağlam ve düzenli bir usta Çırak münasebeti geçmişte Çok güzel örnekler vermiştir. Öyleyse günümüzde de bu örneklere rastlamamız mümkün mü?

35 yıldır süregelen hocalık tecrübeme dayanarak bu sorunuza maalesef olumlu cevap veremeyeceğim. Birkaç istisna dışında, zannederim bizim nesille bu sağlam hoca-talebe muhabbeti ve münasebeti bitiyor.

Geçmişte daha Çok hat sanatında güzel örneklerini gördüğümüz icâzet geleneği tezhip sanatında pek görülmemişti. Günümüzde bazı hocalarımız tezhip sanatında da bu geleneği uygulamaya başladı. İcâzet geleneği hakkındaki görüşlerinizden yararlanmamız mümkün mü hocam.

Hat sanatı kadar eski olmasa da tezhip sanatında da icazet geleneği vardır. Mesela XVIII. asırda müzehhiplerin, her sene Okmeydanı’nda Atıcılar Tekkesi’nde yapılan merasimle öğrencilerine icâzet mahiyetinde peştamal kuşandırıldığı ve bu merasim için bağlı bulundukları mücellitbaşının resmî müsaadeyi sağladığı biliniyor.

Hat sanatında kesilmeden devam eden usta-Çırak zinciri, imza koyarken hoca ismi belirtmeleri sebebiyle sağlanmıştır. Tezhip sanatında bu devamlılığı göremiyoruz. Geçen asırda tekrar başlatılan bu gelenek, günümüzde daha ziyâde hilye şeklinde icazet olarak devam etmektedir. Bence sanat diploması olan icazet, okuldan alınan diplomadan daha kıymetlidir ve her diploma sahibi, icazet sahibi olamaz.

Tezhip sanatının bünyesinde yenilenme ve zamanla gelişme kabiliyeti bulunur mu?

Tabii, tezhip sanatı, asırların koyduğu esas kaideleri korunmak şartıyla, zamanla kendini geliştiren yeni tasarımlara açık bir sanattır.

Geçmişte yaşamış sanatkârlarımızın ömrü vefa eyleyip günümüzde hayatta olsalardı, sizce sanatımızın bu günkü durumu için nasıl yorum yapardı?

XX. yüzyıl müzehhibleri arasında yer alan, Dr.Süheyl Ünver, Muhsin Demironat (1907-1983) ve Rikkat Kunt (1903-1986) ile Hattat Necmeddin Okyay (1883-1976) hocalarımız, eğer bugün meydana getirilen tezhipli eserleri görüp tezhip sanatıyla ilgili araştırmaları, hazırlanan tezleri ve iyi yetişen sanata gönül vermiş gençleri görselerdi, eminim Çok keyiflenir, memnun olur ve Çektikleri sıkıntıların zâyi olmadığını söylerlerdi. Çünkü onlar hayatları boyunca bu sanatın devamı için büyük mücadele verdiler. Çekilen bu sıkıntıların bugün yerini bulduğuna inanırlardı.

Hocam; önünüzde boş bir murakka diğer taraf da bir Besmele-i Şerif, altın, boya ve fırçalarınız bundan sonrasını eğer sizce sakıncası yoksa eserinizle sizin aranızdaki yarenliği bizlerle paylaşır mısınız?

Önce yazıyı, kenarlarında uygun ölçülerde pay bırakarak keser ve muhallebi ile klasik usulde murakkaaya yapıştırırım. Sonra bu yazıyı karşıma alır uzun uzun seyrederim. Gayem, hattın önüne geçen, onu bastırarak dikkati kendi üstüne Çekecek tezhibden kaçınmaktır. Burada esas olan, hattın güzelliğine güzellik katmak ve onu ortaya Çıkarmak olmalıdır. Bu şuur ile işe koyulurum.

Başlı başına da mükemmel bir sanat olan tezhip eğer, buradaki gibi hatla birlikte yer alacaksa, müzehhip tâbi olmak zorundadır. Bu tâbi oluş, yazının mânâsından, yazı cinsinden, ebâdından, hatta yazıldığı kâğıdın rengine kadar göz önünde tutulmalıdır.

Besmelenin, hattı ve tezhibiyle aynı mesafeden seyredileceği asla unutulmadan kullanacağım motiflerin büyüklüğünü seçerim. Hat eğer, hareke ve sâir işâretleri bulunmayan ta’lîk hattıyla yazılmışsa, daha zengin desen Çizer, sülüs ise daha sade desen hazırlarım. Bu tasarım safhası Çok önemlidir. Acele karar vermeyerek denemeler yaparım. Hattâ, Çizdiğim deseni bir müddet ortadan kaldırır ve daha sonra tekrar Çıkarır bakarım. O zaman ilk görüyormuş gibi hataları bulur, düzeltme yapabilirim. Benim için desendeki denge ve âhenk Çok önemlidir. Seyredene huzur vereceğine inandığım Çizimi bulduğum zaman biraz rahatlar ve kullanacağım renkleri hazırlamaya başlarım. Malzeme tamamlanınca, işe cetvellerden başlar, önce altın sürülecek yerleri belirlerim. Sırasıyla bezemeye devam eder, gücümün yettiği, fırçamın elverdiği nispette en iyisini yapmaya gayret ederim. Bezeme tamamlandığında, Rabbime beni böyle işlere memur ettiği için şükürler ederek fırçamı temizler, masamdan kalkarım.

Bir hat, ne kadar mükemmel yazılmış olursa olsun, eğer usta bir müzehhibin eline düşmez de şuursuz olarak bezenirse, değerinden değil ama, güzelliğinden Çok şey kaybedeceği muhakkaktır. Aynı şekilde mükemmel bir tezhip de eğer rastgele yazılmış hattın etrafında bulunursa, o emeğe yazık olur. Netice olarak; mükemmel bir hattın, mükemmel bir tezhiple bezenmesinin, her iki sanat için de bir talih olduğunu kabul etmeliyiz.

Tezhip sanatını öğrenmeği arzulayan talebelerde ne türlü hasletler bulunmalıdır. Sizce eğitimde ana unsurlar nelerdir. Gelenekli sanatlarımıza gönül vermiş olan arkadaşlarımıza tavsiyeleriniz nelerdir?

İlk tavsiyem, sabırla ve edeple Çok Çalışmalarıdır.

Ehl-i diller arasında arayıp kıldım talep
Her hüner makbul imiş, illa edep illa edep

Her şeyin başı edeptir Sanat da bize edebi öğretir. Sanat insanın olgunlaşması için bir vasıtadır. Sanat, insanı insan yaparsa sanattır, yoksa insana benlik katarsa o sanat olmaz ve bize hayır değil, şer olarak geri döner.

Güzel eserler ortaya Çıkarmak, sergiler açmak ‘ben neymişim’ dedirttiği anda bitti, o tuzağa düştünüz demektir. Bütün o iltifatlar karşısında bile bunları yapan ben değilim, bana bunlar yaptırılıyor, ‘ben bu işlere memur edilmenin şükrü içerisinde olmalıyım’ diyebiliyor musunuz? Her an onu kaybedebileceğinizi ve size bu sanatın bir emanet olduğunu unutmadan bu işe hizmet edebiliyor musunuz?

Bu, bana maddî açıdan, şöhret açısından neler kazandıracak hesaplarına girmeden Allah için bu sanatı icra edip öğretebiliyor musunuz?

Emaneti edebinizle taşıyıp gelecek nesillere aktarabiliyor musunuz? Mühim olan budur. Sanatında kalıcı eserler vermek isteyenler, önce sanatın temel ilkelerini hazmetmeli, sonra ortaya Çıkmalıdır.

Bir de şunu belirtmeliyim ki, nasıl ibadetin devamlı olanı makbûl ise, sanatta da devamlılık Çok önemlidir. Yoğun olmayan ve kesilmeden süregelen sanat hayatı, daha verimli ve daha uzun ömürlü olur.

Tezhip sanatı ruhun nakışıdır, bu nakış ise Allâh’ın yansıyan aksıdır, diye acizâne bir cümle dile getirsem, yorumunuz ne olurdu hocam.

Gelenekli sanatların esas felsefesinden biri de; “Kendimizi, gerçek yaratıcı olarak değil, sadece yansıtıcı olarak görmektir”. Bununla istenilen, Allah’ın güzelliklerini göstermeye ayna olabilmektir. Ayna, aldığını verir, aksedeni gösterir. Allah’ın yardımıyla, kâinattaki güzellikleri -görmek isteyenlere- sanat vasıtasıyla gösterebilmek, asıl gayemiz olmalıdır. Sanatkârın diğer insanlardan farkı, onların görmediği şeyi görüp görünür hâle getirmektir. Meselâ büyük bir mermer blok içinde gizli olan eşsiz güzellikteki heykeli, fazlalıkları atarak şekillendiren heykeltıraştır. Sanatı, işte burada ortaya Çıkar; yoksa, olmayan bir şeyi yarattığı, İslâm îtikadına göre düşünülemez bile… Ne mutlu o kişiye ki, bu güzel işlere memur kılınmıştır.

Değerli hocam sizleri Çok yorduk, kıymetli vaktinizi bize ayırdığınız için size minnettarız. Son olarak gönlünüzü şâd eden anılarınızdan birini bizimle paylaşır mısınız?

1984 yılında, Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde kurulmak üzere olan “Geleneksel Türk El Sanatları” bölümü için hocalık teklifi aldığım zaman, cevap vermeden evvel doğru Rikkat Hocama koştum ve iznini istedim. Memnuniyetini anlatamam; Çok heyecanlanmış ve sevinmişti. Birden ellerini yüzüne kapatarak “Aman! Epeydir bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum. Beni bahtiyar ettiniz, son derece memnun oldum. Bütün vücudum bu sevinci hissetti, titredim” dedi ve birbirimize sarıldık. Ben ellerini tekrar tekrar öperek boynuna sarıldım, bir müddet öylece kaldık. Gözleri dolu dolu “Bu kadar isâbetli karar olur, demek ben bu günler için yaşıyorum. Bir hoca için ne büyük bahtiyarlık” dedi. Kısa bir müddet hislerinin normale dönmesini, heyecanının yatışmasını bekledi. Ben de: “ Üzerimde öyle bir hak taşıyorum ki, Allah yardım etsin de bu öğrendiklerimi yeni nesillere, size lâyık şekilde nakledeyim” dedim. Cevâben: “Bütün hakkım helâl olsun, siz hepsine lâyıksınız.” demişti.

** Röportaj ve Fotoğraflar
Ayşe Emine Sultan Çelik

desendesign.com Her Hakkı Saklıdır rss ile takip edin